26 Haziran 2011 Pazar

Mezuniyet (1)

Nasıl başlamalı bilmiyorum. Biraz ağır bir his bu. Yine bir bitiş, yine bir başlangıç. Üstelik pek çok olayla iç içe.

Öncelikle söylemeliyim artık her konuda cesurum ya da belki de vurdumduymaz. Hangisini söylemek daha doğru bilmiyorum :S

cuma günü (24 Haziran 2011) kep töreni provamız vardı. Prova diye gayet şortla falan gittiğimiz ortamda yazlıkçı gibi kaldım. Zira insanlar baya bir de prova için süslenmişlerdi. Sonra aman yok artık bir de buna da mı kasacaktık diyerek kendimi rahatlattım. Yüzümüzde hem gülümseme, hem de ayrılığın getiriyor olduğu hüzünlü hazımsız bir mayhoşluk. Herşey iç içe... Güneşin altında piştik oldukça. En büyük cesaretimin sonucu olarak bir arkadaşım beni gördüğünde yolunu değiştirdi, şaşırdım ve afalladım biraz. Oysa ona kötü hiçbir şey yapmamıştım. Komik geldi ama üzüldüm, kırıldım. Sonra tüm o topluluk. Hepsi en azından yüz olarak tanıdık. Ders paylaşmışız, hepimiz final dönemi küfretmişiz, içki aramışız yahut birbirimizden limon, tirbişon, shot bardağı istemişiz gece yarılarında. Aynı partilerde zıplamışız. Ve şimdi öylece gidiyoruz belki de çoğunu bir daha görsek de hatırlamayacağız. Aynı dili konuşmuşuz ama bitmiş artık!

Sonra Cumartesi günü gerçek kep töreni. ailelerimiz falan gelmiş. İşte çıkıyoruz şimdi bir yığın halinde kep ve cübbelerimizle. Gözlerim cuma gecesi bana trip atmış, sabah hüngür hüngür ağlamama sebep olmuş ve kırık bir moralle orada olmama sebep olan ama varolmama sebep olan ailemi arıyor... Kırgınım ama yine de özel anımda gözlerimle de olsa sarılmak için onları arıyorum. Bulamadım o yoğun kalabalıkta. Oturduğum sıra arkalara düştü diye çok küfrettim. Sonra bulduğum bir telefondan ulaştım ve öğrendim yerlerini. El salladılar bana. Kuzenlerim teyzemler falan da gelmişler sevindim, mutlu oldum. Abiciğim 2 saat için kalkmış, 24 saatte bir 24 saat nöbet tuttuğu Edirne'den hastaneden çıkmış gelmiş. Baktım olmayacak, göremeyecek diploma alışımı otobüse yetişmek için. Dedim abim gelsin merdivenlere doğru, ben ona bir sarılayım bir göreyim. Kalktım herkesin içinden umrumda olmadan. Bir sigara bulup merdivenlere yöneldim. Abimi gördüğüm anda boşaldı göz yaşlarım. Tutamadım kendimi. Dağılan eyelinerım falan gelmedi aklıma. Sonradan düzelttik tabii :) Çok özlemişim...!

Sonra ismim okundu ve çıkıp aldım diplomamı. Herşeyin bitişi gibi böyle 5 yıl bir kağıt parçası için ordan oraya savrulmuşuz. 5 yıl ailem olmuş bu okul, bu yurt, arkadaşlarım. En iyi anımda, en kötü anımda, sarhoşluğun dibine vurduğumda ve farkındalığım tavan yapmışken... Özgürlüklerimizle dünya yaratmışız, kendi doğrularımızla, kendi kurallarımızla...

Ah daha yazacak o kadar çok şey var ki, buruğum biraz. Kitleniyorum. Daha sonra devam etmek istedim şimdi =)

22 Haziran 2011 Çarşamba

Çekirdek mutlaka olsun! - Yasemin Pulat


Samimiyetle duygularını bu kadar güzel dile getirmek...Böyle bir şey olsa gerek.

“Birinin Kadını Olmak İstiyor Canım”

Başka hiç kimse tarafından dokunulmamak konuşulmamak bakılmamak hatta!
Biraz korunmak biraz şımarmak...
Birkaç çeşit yemek yapmak İstiklal Caddesi’nde sıkı sıkı elini tutmak belki film izlemek ama mutlaka çekirdek çitlemek bi yerlerde, çay içmek, Pazar sabahı kahvaltısı etmek, uzun uzun sahilde yürüyüş yapmak gibi küçük ama zor heveslerim var!

Neden mi?Herkesin eli tutulmaz..

Herkesle film seyredilmez..
Herkesle çekirdek çitlenmez..
Herkesin kadını olunmaz da o yüzden!

İçinden gelmeli...
Hücrelerine kadar hissetmeli, DNA’larına kadar bilmeli insan!
Düşünerek emin olunmaz, bir anda ya olunur ya olunmaz.
Bir de şu yakın geçmiş duvarları olmasa kafa da hiç karışmaz ya olsun!
Oysa bazen tek bir söze ya da bir bakışa yıkılır bütün duvarlar...

Kek yapmayı da öğrenmek lazım aslında bi ara!


Sabahları uyandığımda “günaydın sevgilim” mesajları görmek istiyorum telefonumda. Gün içinde özlediğim birisi olsun istiyorum. Özlemek istiyorum birini. Çok özlersem dayanamayıp gidip sarılmak istiyorum. Dayanamamak istiyorum!


Çalışırken düşünmek istiyorum sonra onu! Aklımda olduğu için gülümsemek istiyorum ara ara... Gülümsediğim için daha çok çalışmak...


Birini sevmek istiyorum; hiç kimseyi sevmediğim gibi, biri sevsin istiyorum beni hiç sevilmediğim gibi...

Biri o kadar çok sevsin ki beni hatalarımı da sevsin istiyorum! O kadar çok sevsin ki; hata yapmaktan ödüm kopsun! Kıskansın istiyorum biri beni! Sorsun istiyorum “neredesin” diye “Hımm kim aradı bakayım” diye! Ben sormam ama korkmasın. O sorsun!



“Biliyor musun ne oldu?” ile başlayan heyecanlı cümlelerimin sonuna kadar tahammül etsin istiyorum biri bana. Mutlaka ipe sapa gelmez bir şey olmuştur ama dinlesin sonuna kadar. Ya bi yavru kedi macerası ya da işte ona benzer bir şeyler olmuştur.

Ben de her seferinde sanki bahçeyi kazmışımda hazine bulmuşum gibi heyecanla ve öneminin üzerine basa basa anlatırım ya dinlesin işte. “Ya evet çok mühim bir şeyler olmuş” falan desin bi de sonunda...

Şimdi ben istesem İstiklal Caddesi’nde birinin elini tutup gezemem mi? İstesem benimle birlikte çekirdek çitleyip aynı anda film seyretmeyi de başarabilecek birini bulamam mı bi arasam?

Şimdi ben yalnız olmak istemesem yalnız olur ve bunları da yazıyor olur muydum?
Hiç sanmam!


Birinin elini tutmakla birinin elini sıkı sıkı tutmak arasında çok fark var!
Ya tutarsın ya da tutmazsın ya da tutmuş gibi yaparsın işte.
Ben yapmam!
Bunu zaten bilirsin.
Kimin elini tutacağını yani.
Deneyerek bulmazsın.
Sadece bilirsin.
Bilmek!
Açıklaması yok.


Ve ben elini sıkı sıkı tutmayacağımı bildiğim hiç kimseyle İstiklal Caddesi’ne gitmeyeceğim!
Heyecanla ve özene bezene olmadıktan sonra kimseye yemek yapmayacağım!
Repliklerin bir anlamı yoksa kimseyle film seyretmeyeceğim.
Zaten çekirdeği unutsun bile, asla olmaz!
Birinin kadını olmak istiyor canım; biraz korunmak biraz şımarmak...

Çekirdek mutlaka olsun!

17 Haziran 2011 Cuma

Sil baştan


Ben sevmem öyle şeyleri...Bağlanmaktan çok korkan bir insan olarak hemen herşeye bağlanırım çünkü. Çocukluğumda en sevdiğim bebeğim ilk alınandı. Üzerine pek çok bebek alındı, üstelik yok sıçıyor, ağlıyor efendim yemek falan yiyorlardı. Ama ben hep aklımın erdiği ilk bebeğimi severdim.

Hala içinde olduğumu ilk algıladığım arabamızı severim en çok. Plakasını bir tek onun ezbere bilirim. Satılışında çok üzüldüğümü, ve sonrasında alınan hiç bir arabanın o kadar içime sinmediğini biliyorum.

Çocuk aklımla yazdığım, kapattığım ilk günlüğüm bittiğinde de üzülmüştüm. Sanki bir şeyler kopmuştu benden. İçinde yaşadıklarım (o yaşta da bir bok yaşamıyor aslında insan ama) siliniyormuş hissi vermişti.

Sonra en kıymetli dostum hep ilk 'anda' dediğim oldu. Yeri bende hiç değişmedi, hiç kimseler yerini alamazdı bilirdim.

Böyle bir insanım. Taşındığımız her ev için kaybettiğim odama ağlardım. Bir şeylere alıştım mı sıkı sıkıya tutunurum sarmaşık gibi, hiç kopasım gelmez. O yüzden her yeni başlangıç aslında bir ayrılık olduğundan çok canımı yakar benim. Üzülürüm, içlenirim falan salak gibi.

Kendimi bildiğimden olsa gerek hep çekip gitmek isterim, hep yeni başlangıçlarım olsun isterim ama hiç yapamam şartlar zorlamadığı sürece. Ne zaman ki artık hayat beni zorlar o zaman bırakıp da giderim. Ya da işin içinde ya inat vardır ya da onur/gurur meselesi. O zaman da canım acır ama işte mecburiyetten der yeni bir yola çıkarım. Valizimi hazırlamak işkence gibidir, beynimdeki düşüncelerle başa çıkma kısmı da cabası.

O yüzden çıkıp da sil baştan, yok efendim bana yeni bir hayat tadı laflarla gelince kendi kendime, en çok yine kendime kızıyorum. Yaa kızım sen önce bir kullandığın eşyalardan kopmayı öğren. Senin neyine allasen yeni başlangıçlar falan diye çıldırıyorum. Sonra bir bakıyorum ki, pek çok şeyden kopmuşum, pek çok şeyi ardımda bırakmışım salya sümük. Yenilerine de şıp diye adapte olmuşum. Tamam belki öyle şıp diye değil de biraz daha uzun sürmüş. ama olmuş yani, hiç bir zaman öyle çok uzun sürmemiş afallamalarım.

İşte o zaman, hadi diyorum kalk. O hiç bilmediğin yerdeki, bilmediğin dalgalar çağırıyor seni. Güneş de doğmuş şimdi, sıcacık ortalık. Ve hafif bir rüzgar saçlarını geriye atıyor, yüzüne canlılık katarken. Elbisenin etekleri savruluyor. Gülümsüyorsun. Bekle diyorsun bilmediğin kumsallarda...Sonra o anda, uzun zamandır sıraladığım domino taşlarımdan en baştakine uzatıyorum elimi. Hazırım diyorum vakti geldi. Pıt...Sonun başlangıcı yeni bir sonun başlangıcına doğru akmaya başlıyor.
Hoşgeldin hayat.

16 Haziran 2011 Perşembe

güzel,..

Ah hayat herşeye rağmen çoook güzel yaaa!
Evime gelmişim, böyle yapılacak çok iş var. Okula dönüp eşya toplamalıyım. Laptop bulmalıyım almak için. Sonra oda yerleştirmeliyim. Kıyafetlerimi düzenlemeliyim falan. Yapılacak pek çok şey var. Tatil yapıp, iş bulmalıyım mesela. En azından 1-2 yere başvurmaya başlamalıyım =). Herşeye rağmen, nefes alabiliyor olmak, her sabah güneşim doğuyor oluşunu bilmek, ay tutulması var diye heyecanlanabiliyor olmak güzel. Varsın eksik olsun 1-2 isteğim. Derken...Acaba? diyorum.

12 Haziran 2011 Pazar

...

'İnsana en büyük kötülüğü yine kendisi yapar...' der babam.
Üzüldüm ben ya, sabırla üzdüm kendimi. Suratımda tuhaf bir gülümsemeyle yaşadım üstelik. Reddediyorum şu an tüm mutluluk oyunlarımı.
Reddettim, nolcak şimdi?

Zaman, hızlı akar mısın biraz?



3 Haziran 2011 Cuma

hikaye(!)


Kimselere anlatmadığımız hikayelerimiz vardır hani.
O kadar içimize işlemiştir ki en sevdiklerimizle paylaşırız sadece. Sonra bir sabah uyanıp da farkederiz ki yakın bulduğumuz herkese anlatmışız. Sevdiğimiz her canlıya fısıldamışız bir bir ne varsa ve hatta ne yoksa...

Üzerine gökkuşağı çizdiğimiz, mutluluk gemileri yüzdürdüğümüz ilkokul çocuğu resimleri gibidir hikaye. Herşey öyle temiz, o kadar toz pembe.
Derken bir sabah uyandığımızda anlarız ki, siyahlar griler de yer buluyormuş boyama setinde. Sevdiğimiz renkler tükenir sıra gelir sevemediklerimizi kullanmaya. Ya da kimileri kullanırlar bizim yerimize.

O kadar uzun geliyor ki bu hikaye, öncesi sanki hiç olmadı. Hatırlamıyorum yaşanmadığı günleri. O zamanlar ne yapıyordum, ne düşünüyordum acaba? Bilmiyorum. Zorlanıyorum hatırlamakta. Tek bildiğim sanki o zaman da vardı hayallerim, sadece daha farklıydı ve daha az derin.

Şimdi gün sayıyorum. Bitecek ve gideceğim diyorum. Hikayemi ardımda bırakıp gideceğim ve kapanacak kitabın sayfası. Sonunu başkaları yazsın istiyorum. Ben yoruldum yazmaktan, üstelik birşeylere rağmen yazmaya çabalamaktan yoruldum. Şimdi temiz bir hikaye istiyorum. Hayallerimle gerçeklerimin daha paralel olduğu bir tane. Terazimin ölçülerinin şaşmadığı, kör olmadığım, sağır ve dilsiz olmadığım bir hikaye. Saklamadığım; açık ve seçik. Sadece kendimi tutamayıp paylaştıklarım dışında hep lal olduğum türde değil. Önüme gelen herkese, her canım istediğimde anlatacağım, bana ait ama yerle, gökle, kuşlarla dahi paylaşabildiğim, içimden geldikçe dalgalara haykırabileceğim bir hikaye.

Öyle ya kimin bitmiş ki öyküsü benimkisi bitsin? ...