30 Eylül 2011 Cuma

Yağmurla daha da güzelsin İstanbul

Canım sıkkın olduğunda mı böyle şakır şakır yağmur yağıyor İstanbul'a, yoksa ben sıkkın olunca mı farkına varıyorum o yağmurun bilinmez.
Ama şimdi yine sabaha karşı ve nefis bir yağmur var dışarıda. Hava ağardı ancak güneşe dair en ufak iz yok. Toprak kokusu odama doluyor. Şöyle bir bakıyorum. Nar ağacı, limon ağacı sanki mutlular hallerinden.
Temizleniyoruz yine hep birlikte. Üstümüzden kir akıyor olduğu kadar. Ve toprağa karışıyoruz. En sonunda gideceğimiz yeri hatırlıyor ve var olanlarla mutlu olmayı öğreniyoruz yeniden.
Güzelsin İstanbul'um yağmurun kollarında. Ve hepimiz birer yağmur tanesiyiz bu karmakarışık hayatın sağanak yağışında.

29 Eylül 2011 Perşembe

love is dead

Brett Anderson- Love is dead dinliyorum, dinliyorum, dinliyorum...
Sözleri de beni benden alıyor. Sanal gülümsemeleriyle plastik insanlar kısmına takılı kalmış durumdayım. Ve o "Aşk ölü" dedikçe sadistçe ve mazoşistçe gülümsüyorum aslında.

Düşünüyorum üzerine...
Aşk ölü ?
Olur mu canım maşallah bizim jenerasyonda herkes aşık hem de öyle böyle değil hergün 3-5 insana aşık. Sürekli aşık, hep aşık. Çünkü aşkı pozisyon zenginliği, iki cilve, bir gülüşme olarak tanımladılar.



Yok azizim öyle yıllarca bekleyen, yok efendim bir eli tutmak için ömür feda eden aşıklar falan yok bizde. Herşey yüzeysel ve hızlı. Eh ne de olsa tüketici bir toplumuz biz. Şimdi tükettiğimiz doğa, teknoloji ve materyal kadar ruh ve beden de tüketilir vaziyette.
Şöyle bir bakıyorum çevreme. Bir sürü delik deşik ruh ve beden ve arkalarında da ölü bedenler ve ruhlar. Bizler gri sabahlara uyanan bir nesliz. Kirlenen sadece doğa değil. Delinen sadece ozon tabakası değil. Bozulmuşluk ve yozlaşmışlık sadece yaşam tarzı, beden değil. En çok kirlenen ruhlarımız. Yalanladığımız gerçekler bile paramparça. O kadar çok yalan var ki onları birleştirip sözde dünyalar kurabiliyoruz.

Çocukları sevmeyen, hayvanlara işkence edenlere tepkiliyiz. Ne bekliyoruz ki insanlar birbirini tüketirken sokaktaki karabaşı mı düşünecek? Laf!

Oyunlar bile masum değil, çocuklara özgü şeylere bile bulaştırmışız zehrimizi.
Şimdi çamura bulanmıyor çocuklar, onun yerine öpüşüyorlar bol bol. Ne hoş!
İnsanlar sevmiyorlar, sevişmiyorlar artık! Herşey kendini tatmin etmekten ibaret. Buldukları ruhların kendilerini sevmesini sağlıyorlar ve elde ettikleri bedenlerle orgazm olduklarına inanıyorlar.

Kaç on yüzyıl öncesinde doğmalıydım acaba?!!! Hala aynı şeyi söylüyorum.
Sevmiyorum dünyanızı. Siz sarhoş yaşamlarınızla devam edin lütfen, ben çok daha masum mutluluk ve sarhoşlukları 1-2 kadehle kendi dünyamda da buluyorum.

Aman biraz uzakta olun lütfen, kirlenmedik bir ruhumuz bir bedenimiz ve dünyamız var bizim.
Aman Allah aşkına bulaşmayın...
Eyvallah!

http://www.youtube.com/watch?v=UsIiAvmy4zc

22 Eylül 2011 Perşembe

Blogger KGK'yı öldürdü

Bir şey oldu artık diğer hesabımla yorumlara cevap yazamıyorum. Yeni yazı yazsam da düzeltme yapamıyorum. Mecburen bu mailimle devam etmek zorunda kaldım.
Şimdi soruyorum: Sorun sende mi bende mi blogger?
Üzüldüm işte ...

9 Eylül 2011 Cuma

En güzel içki

Dünyanın en güzel içkisisin sen. O kadar saydamsın ki ardından görebilirim dünyayı ve dünyamı. Karmaşıksın aslında tüm saydamlığına rağmen. Mutluluksun yaşam gibi, hüznün en dibisin karanlık kuyularda ölüm gibi.

Tekliksin, yalnızlıksın, eşsizliksin... Ne bir dost gerek sen varken ne bir arkadaş, ne başka bir sevgili. Sanki insan seninle bir noktadan başka bir noktaya çizgi çekebilir yahut sonsuzluğa yol alır gibi.

Sonra kalabalıksın. Bir masanın etrafında, tanıdık tüm dostlarla, mutlulukla, hasretle sarhoş olmuş, çalan her nağmeyle sarsılır, sallanır ve dans eder gibi.

Özlemsin sen... Geçmişte kalmış, kalmak zorunda kalmış, ya da kalmayı tercih etmişler gibi. Ne zaman bir koku duysak, bir melodi, bir dokunuş insanın gözleri seni arar, tadını özler, kokunla birleşir. Özlemin en derini.

Hani köprüler yapar, köprüler yıkar... Bir kavga, bir barışma. Herşeyin ortasındaki o noktasın. Tembelllik yasasıyla süregelen doğanın, kavga, barış, yaşam, ölüm, mutluluk ve hüznüsün. Karmaşanın Allahı.

Şimdi oturmuş sana bakıyorum. Belki gerçek belki hayal. Ben bile emin değilim nerdeyim ve nasılım. Susmuşum, konuşmuşum ne anlamı var. Ellerim boş ya da dolu. Belki milyonlarca kilometre uzaktayım, ya da yanındaki benim. Mütevazıyım, ya da narsistin tekiyim. Sana aşığım ya da kendime. Ne olur ki yani? Seçimlerinde ben varım ya da seçimlerimde sen. Belki de paralel hayatlarımız. Öyle paralel ki asla tanışamayacağız.

Söylemeyelim kimseye şu yaşadığımız anı. Ellerimdesin sen, soğuk, nemli, umarsız...
Bir yudumla ısınmışım en yakınımmışsın. Ve müzik dolmuş odaya. Kimse duymaz ben bilirim. Yutkunurken dudaklarımdan ciğerlerime inecekmişsin, ben kalbimdesin hissetmişim. Yaş...Yeşil...Acı(kimilerine göre)...
Bastırılamayan bir koku ki her nefes verişte hatırlanan. İçine işler insanın her bir damla. Özgürlük...Özgürlüklüksün teoride ve pratikte. Düşünüleni dile getiren. Ne ben sana sahip olmuşum ne de sen bana. Özgürmüşüz işte birbirimizden kopmasak da. Ve kimsenin sahip olma isteği de yokmuş bu yoklukta.

Azlık ve çokluk.
Varlık ve yokluk.
Hayatımın en güzel,
Hayatımın tek özel,
Dengesizliklerine taptığım şizofrenisin.
Varolduğunu bildiğim ama asla var etmediğim kırık beyazın için;
Şerefe!

En kötü günümüz böyle olsun;
İyi gün - kötü gün dostum,
Arkadaşım,
Sevgilim,
Bazen annem, bazen babam,
Çocuğum,
Tanımadığım yabancı,
En belirgin sualim ve
En bilinmeyen cevabım..

İyi ki varsın!
Varlığın için bile inanmak mümkün inananları salak ilan ettikleri her türlü kavrama.
Ve biz, ve ben, ve sen...

Dünyanın en güzel içkisisin sen!


7 Eylül 2011 Çarşamba

.....

Sadece bir döngü bu.
Biliyorum aynı yollar ve aynı kapılar.
Oynanan tüm o oyunlar, hesap ve kitaplar.
Kurgularla mı daha mutluyuz yoksa gerçeklerimizle mi?
Bilmiyorum...
Tek bildiğim, her an olabilir ama
Bir kesin gün öleceğiz.

5 Eylül 2011 Pazartesi

yapma bunu, yapma bunuuu !

Diyor ya şair " Öyle beylik laflar etmeye gerek yok!"...

Gerek yok işte o yüzden tutamayacağınız sözler vermeyin.
Sevmedikçe gerçekten demeyin "Seviyorum" diye.
Değişmedikçe kalkışmayın değiştim numarası yapmaya.
Hayır bir beklenti yok ki bunlar için, yapmayın yahu! Ne gerek var?

Hayat tuhaftır. Huzur arayışında kendini huzursuz etmenin sanatıdır hayat. Öyle işler yaparlar ki insanlar huzuru bulmak için huzura 5 kalmış hayatlarını bombok ederler. Eh dedik ya, ne gereği var?

Yalanların, palavraların ne gereği var?

Bir insan olduğu gibi olamaz mı merak ediyorum. Hepimizin içinde bir başkası mı var? "Bir ben var benden içeri" derken bahsedilen şey bu değildi şimdi kandırmayalım birbirimizi.

Beş dakikalık mutluluklar uğruna, varolamayan dünyalar yaratmanın anlamı ne ki? Belki ben varolan ama beni havalarda uçurmayacak bir dünyayla, balon köpüğü hayallerle 3-5 dakikalık olacağım mutluluktan fazla mutlu olacağım.
Bilemezsin.
O yüzden evet gel, kim olursan ol gel de dürüst gel be birader! Olmaz mı? Olamaz mı? Çok mudur beklentisi bu insanın sizden?

Zira ben yorgunum gösterdiğiniz karakterle gerçek karakterinizi çözmekten. Ne yalan, ne doğru anlamaktan. Ben de diliyorum aptal olmayı sırf önüme sunulan yalanlarla mutlu olabileyim diye. Ama olmuyor işte. Bir kısmını anlıyorum. Eh sonraki süreçler malum.

Sen sen ol arkadaşım, bil ki o söylediğin her yalan biliniyor. Evren tepiyor her türlü yanlışı. Ne kadar dürüstsek o kadar insanız, ne kadar sevdiysek o kadar...Suçlamalar yersiz ve gereksiz. Su yolunu bulur ;)

Bitti...Ah hayır hatta tek nokta.