24 Kasım 2011 Perşembe

Tahmin edilebilirlik

En değişik insan bile tahmin edilebilir hale geliyor zamanla.
Yaptığı çakallıkların bile niye kim için yapıldığını algılar hale geliyoruz.
Biz algılıyorsak, insanlar da bizim çakallıklarımızı öğreniyorlar demektir.
İşte tam da bu yüzden, zekamızı kullanıp farklı çakallıklar geliştiririz her defasında.

Eh neydi laf: Değişmeyen tek şey değişimdir =)

halet-i ruhiye


Eskiler alıyorum
Alıp yıldız yapıyorum
Musiki ruhun gıdasıdır
Musikiye bayılıyorum

Şiir yazıyorum
Şiir yazıp eskiler alıyorum
Eskiler verip musikiler alıyorum

Bir de rakı şişesinde balık olsam

Orhan Veli Kanık

KGK diyor ki: Kötülüğümüzü isteyenler de iyi ki varlar! Onların gülerek bu defa bittin dedikleri olayları gülümseyerek aştık hep :)

17 Kasım 2011 Perşembe

Bağlanmak üzerine


Öyle kopmuştu ki dünya;
bağlanmamaya bağlanmaya and içmiştik ...

Ve;

ilüzyon ile kesişecek gibi gözüken paralel çizgilerden ibaretti hikayeler çoğu zaman.

14 Kasım 2011 Pazartesi

İKİlem

Farklı iki insanım lan ben. İçimde iki karakter var resmen. Hangisi gerçek benim bilmiyorum. Hangisiyle daha mutluyum.

Bir yanım var ki belli kalıplara bağlı, sorumluluk sahibi, iş güç peşinde, mutluluk ve huzuru düzende buluyor. Güven hayatının orta yerinde. Güven yoksa, dürüstlük yoksa bir halt da yoktur diyor. Görevlerini yerine getiren, insanları değerlerine göre değerlendiren, iyi biri ama belli sınırlarda yaşıyor. Aldatılmamak istiyor, kendine yalan söylendiğinde kızıyor, köpürüyor. Kendisine değer verenleri kırmaktan korkuyor. Sanki birileri belli sıfatlar yüklemiş üstüne o da o sıfatlara layık olmak istiyor. Neşeli aslında, enerjik. Mutlu ettikçe kendisi de mutlu oluyor. Ama karamsar bazen belli kalıplara sıkışmışlık hissi ona diğer benliğini anımsatıyor.


Sonra bir de diğeri var. Umrunda değil dünya. Doğayı, hayvanları, müziği, sanatı, güzel olan herşeyi dinmişçesine seviyor. Kurallar umrunda değil. Onun için kural demek iyi olanı mutlu edeni yaşamak demek. Herkesi her insanı seviyor. Sanki herkes hep iyiydi ve yanlış da yapsalar düzeltme şansı hep verilmeliymiş gibi hissediyor. Büyük, kocaman bir hissin yenemeyeceği bir halt yokmuşçasına yaşamak istiyor. Farklı yerler görmek, hesapsızca aklına estiği gibi yaşamak istiyor. Üretilmiş her içkiyi en azından tatmış olmak istiyor. Oturup günlerce karınca yuvalarını izlemek ve sonra da hiç durmadan farklı iklimlerde olmak istiyor.


Sonra terazi burcu dengesiz diyorlar. Ne alakası var arkadaşım. Olay burçta değil ki! Ben iki insanı yaşatıyorum içimde. Burcun falan ne suçu var. Doğuştan böyleyiz.

dedim,dedin,dedi, söylenenlerin farklı halleri...

Ben seni ilk tanıdığımda sana aşık olmuştum dedi. Çok beğenirdim seni ki hala da öyle değişmedi dedi. Etrafında olan erkeklerin hepsi sana aşıktır gibi geliyor aksi imkansız gibi dedi. Güldüm. Söylediklerine kahkahalarla güldüm aslında ama o görmedi bunu. Biliyor musun ilk tanıştığımız zamanlarda resmini arkadaşlarıma gösterir bu benim kız arkadaşım derdim dedi. Umarım kızmadın bana diye de ekledi. Onca zaman sonra niye kızayım ki. Sen bu kadar masum sevmişken. İnsan ancak kendisine kızar, bu kadar değer verenleri sevmediği için. Hayat böyle bir şey herhalde.


En kötü yanın ne biliyor musun? Sigara içiyor olman dedi. Haklısın zararlı bir alışkanlık, eminim sen kafana göre çok iyi bir insanla tanışıp mutlu olacaksın dedim. Aslında bence bırakabilirsin, iyi bir insansın ve daha iyi olmak için çabalıyorsun. Gerçeklerin farkındasın, aklı başındasın ,neşelisin, enerjiksin, olumlusun hep ve o kadar iyisin ki kimse zarar görmesin istiyorsun. Bu yüzden çok sevdim seni.
Dedi, dedi, dedi...

Bense sustum, gülümsedim, utandım, teşekkür ettim ama hiç sevmedim onu beni sevdiği gibi. Hep mutlu olacaksın, seni hak eden kızı bulacaksın dedim, dedim, dedim...

İlk fırsatta da gitmem gerek diyip kaçtım. İnsanlar hep kaçarlarmışçasına böyle durumlarda...


Sonra biri bana sen beni mahvettin dedi, fedakar değilsin, bencilsin, hayatı kendin için yaşıyorsun, beni hiç anlamıyorsun, canımı acıtıyorsun, saldırıyorsun, beni kırıyorsun, huzursuz ediyorsun, kısıtlıyorsun, sana olan sevgime inanmıyorsun. Dedi ,dedi, dedi...

Ben zarar vermek istemedim, ben de üzülüyorum, ben de kırılıyorum ...vs vs dedim,dedim,dedim...

Böyle bir sürü senaryo, herkes bir şeyler dedi, ben bir şeyler dedim.

Ben iyi biri miydim yoksa dünyanın en boktan insanı mı? Bilemedim sonunda.

Yutkunup ilerledim her senaryodan. Çünkü benim de hayalim vardı, yaşamak istediğim tek senaryo.

Kendime baktığımda gördüğüm iyilikler ve kötülükler onların söyledikleriyle bazen aynı bazen bambaşka oldu. Derken anladım ki kimsenin ne düşündüğü önemli değildi.

Kimse için değişmiyorduk, birileri bizim için değişmiyordu. Domino etkisinde ortadaki iki taş gibi herşey devrildiğinde sıkışıp kaldığımız ikinci kişinin peşindeydik belki de. Fakat biliyorduk ki sıkışıp kalmaktan nefret ediyorduk.

Sonra farklı felsefeler ürettik, yazdık, çizdik, bozduk ve karaladık. Biri çıkıp "Kader" dedi, biri çıkıp inanmam dedi. Her birimiz çemberler çizdik yaşama alanı olarak ve kesişimler aradık. Eş çember bulabilseydik mutsuz olacaktık farklılık bulamayışımızdan. Kesişimler de farklılıklardan sorun yaratacaktı. Tamamen farklı çemberler ise hiç buluşamayacaktı. Bilemedik.

İşte bu yüzden; farklı nedenlerle, farklı şekillerde, benzeyen isimler verdiğimiz hallerde sevdik. Değişmeyen tek şey sevgimizdi. Biz sevmeyi sevdik. Hoş birer anı olsun istedik yaşanmış ya da yaşanası. Üzen anlar da açmaya çalıştığımız bir hediye paketinin elimizi kesen iplerinden başka bir şey değildi.


Ben de anlamadım, boşver...

Derken "Ah Muhsin Ünlü" kod adıyla, gerçek adı "Onur Ünlü" olan bir adamın, çoğunlukça bilinen benimse ilk defa okuduğum dizelerine rastladım:
"
Boşversene biz aşık olmayalım birbirimize.
Konsere gidelim biz, maça gidip küfür edelim.
Uçurtma uçuralım ya da, kumsalda uzanıp deli gibi içelim.
Gecede yıldızlara bakalım mesela.
Bisikletle gezerken yağmur yağsın, sırılsıklam olalım.
Benimle kek yap, balık tutalım sonra tekrar denize atalım.
Boşver aşık olmayalım biz.
Aşk korkutucu !
Beraber eğlenelim en iyisi,
Ama hep benimle uyu. "

İlk okuduğumda beni benden aldı, eminim benim gibi pek çok insanı çarpmış bu dizeler. İnternette heryerdeydi çünkü. Herkes aynı şeyi ister gibiydi. Herkes aşkın bokunu çıkardınız, bırakın sevgimizi yaşayalım o bize yeter der gibiydi. Birlikte eğlenelim, vakit geçirelim, günlük aktiviteleri yapalım ama aşk demiyelim diyordu herkes. Birlikte uyuyalım ama zarar vermeyelim hissiyatı herhalde. Tuhaf....

Herkes aynı şeyi ararken, herkes benzer boklukları yaşatır olmuş demek ki.
İnsanoğlunu anlayabilen beri gelsin azizim. Herkes aynı, herkes bir de farklı.
Zarar vermeden yaşasak olmaz mı?
Herkes iyiydi özünde, bozulmaya çabalamasak?
Birileri üzüldükçe, ve birileri birilerini üzdükçe ben üzülüyorum artık.
Hayat bu kadar karmaşık olmamalı, bırakınız gitsinler.
Sağ elinle sol elini tutuyorsun şimdi, sen aslında kendinle de yalnız değilsin.
Ve hep kendinle uyuyabilirsin. Önce kendine sahip çık ey oğul. Önce kendini kurtar ki mahvetmeyesin başka yaşamları.

Sevgiler,

dipnot: Üzülme kelebeğim,bugünü atlatırsak yarın diye bir şey yok! Ah Muhsin Ünlü =)

10 Kasım 2011 Perşembe

An olur!

Biri çıkıp ansızın "sen hangi yönünle ünlüsün?" diye sordu ona.
Ben gidişlerimle ünlüyüm dedi.




-- Ben gidişlerimle ünlüyüm çünkü çok zor giderim. Çok zor çıkarım o kapılardan. Zor kapatırım perdelerimi. Genelde hep konuşurum ben, ısrar ederim, merak ederim, sorarım, sorgularım. Aklım hep ondadır. Fakat işte gitmem gerektiğini hissedersem ve karar verdiysem gitmeye ... O zaman bir başka ben oluyorum sanki. Sudan çıkarılmış balık gibi önce hızlı hızlı çırpınıyorum. Gittikçe yavaşlıyor çırpınışlarım gittikçe azalıyor sesim. Ve an geliyor herşey duruyor. Şimdi denize tekrar dönmüş ve o dünyayı hiç keşfetmemiş bir balığım. Ben gidince unutuyorum geçmişi, ben anmıyorum geride bıraktıklarımı. Benim ağıtlarımın bir süresi var. Aynı dünyayı bir kez tanıyana kadar siliyorum hafızamı. Sanki biri ölmüş de ben onu gömmüşüm gibi. O yüzden zor çıkıp giderim, o yüzden zor vazgeçerim. Tıpkı ilk adımımı atarken çok düşünüyor olmam gibi.

Neden diye sordu sonra.

--Çünkü ben korkağın tekiyim! Çünkü ne kadar çok dünya tanırsam o kadar parçalanırım gibi geliyor. Ne kadar çok sinerse içime o kadar bağlanırım gibi. Bir şeylere başlamak, alışmak ... Bir gün kopacağını bilirken zor. Öyle ya herşeyin bir sonu var nasılsa değil mi? Böyle işte.
Gidişlerimle ünlüyüm ben, hem sesimle hem de sessizliğimle...

Çünkü ben konuşursam çok ses çıkarıyorum, susarsam da ölüm oluyor. Ortası yok işte. Ya o uçtayım ya da ötekinde.

Sen neyinle ünlüsün peki?

Gülümsedi soruları sormaya alışık olan ve cevap verdi:
"Ben ölümler yaratırım en canlı hayatlarda. Madem ünlüsün en güzel gidişinle git bari!"

--Peki.

9 Kasım 2011 Çarşamba

Kış kış kış ...

Bugün İstanbul'da dışarıda hava 12 santigrat derece civarlarındaydı. Geldi geliyor derken yine kış geldi tam anlamıyla galiba. Hala sert soğuklar tam anlamıyla gelmemişken bile ben kışı iliklerimde hissetmeye başladım. Ve bu biraz moralimi bozuyor. İtirafımdır, ben kışları pek sevmem.

Biliyorum güzel tarafları da var ki onlara da değineceğim ancak öncelikle neden sevmediğimle başlamak istiyorum. Kış demek benim için soğuk, buzlu, karlı hava demektir. Ve rüzgar insanın suratına felç edecek gibi çarpar durur. Biraz nemliyse yaşadığınız şehir misal İstanbul gibi, ısınmak kat kat giyinmekle sağlanmaz pek.

Ben kışı sevmem çünkü;

1.Evsizler:
Dışarıda pek çok evsiz var. Yazın yaşam onlar için daha kolay. Fakat kış geldiğinde işler çok değişiyor. Buz gibi bir havada, dışarıda olduğunuzu hayal edin. Bulabildiğiniz gazetelere sarınmak, biraz içiniz ısınsın diye açık mekanlara girip oralardan da kovularak dışarı atılmak. Zaten açsınız onun getirdiği bir üşüme var. Bir de kar var dışarıda. Halsizsiniz. Öyle zengin bebeleri gibi etle sütle vitamin takviyeleriyle desteklenmemiş bir bünyeniz var. Kilolarca mandalina portakal koymuyor kimse önünüze yiyin diye. Kimsesizsiniz. Onun verdiği ruhsal üşüme de cabası. Ortalık boş o vurucu soğuk saatlerinde. Bir siz varsınız, bir de siz. Karşı kaldırımdaki kuytu köşeyi sahiplenen yaşlı adam geçen kış donarak öldü. Bunu biliyor ve ölmemek için direniyorsunuz. Soğuk sizin için acı demek, savaş demek, ölüm demek.

İşte böyle bir durum var kış için. Herkes kayağa gidip eğlenmiyor kış geldiğinde. Arabasıyla klima açık sadece trafiğe küfretmek değil kimilerinin derdi. Bir gece, sadece bir gece kalabilir miydik acaba o soğuklarda dışarıda. Derdim bundan beinm kışla. Sevmem ben kışları.

2.Hayvanlar:
Evsizlere benzer şekilde hayvanlar da acıtıyor bu bünyeyi. Aç kalmaları bir yana o kürk onları korumaya yetmiyor çoğu zaman. Islanıyorlar, titriyorlar. Kar, yağmur onları da sığınacak yer bulmaya itiyor. Bulabilen yaşıyor, kimileri ise terkediyor bu dünyayı. Ve şehir hayatında güçlünün ayakta kalması söyleminin pek de doğal seleksiyona girdiğine inanmıyorum. O doğal hayatta geçerliydi, onlar daha vahşiyken. İşte bundan sevmiyorum ben kışı.

3.Yalnızlık:
Bir de bu his var; yalnızlık. Kış inanılmaz bir yalnızlık hissi veriyor bana. Gerçekten sevgilim, sevdiğim biri olsa iyi olur diye düşündüğüm zamanlar genelde kışa denk gelir. Gri havalar, sisli sabahlar, yağan yağmurun getirdiği melankoli, tek başına rüzgarda, karda yürümenin zorluğu. Bu ilk saydıklarıma göre daha bencilce biliyorum. Ama kış bana kendimi olduğumdan daha yalnız hissettiriyor ve birilerine ihtiyacım var duygusu veriyor. Ve ben birilerine ihtiyaç duymaktan hoşlanmam.

4.Kıyafet sorunu:
Kalın giymek zorundayız. Kalın giysilere sahip olmayanları da hatırlatarak bunu söylemek isterim. Aynı ayakkabıyla yıllardır kullanıp, kar suyu çorabından ayağına işlerken işe giden bir adamı düşünebilirsiniz mesela. Yeni bir ayakkabı almak pek olası değildir zira kendisi liseye yeni başlayan kızının ayakkabısını daha çok önemser. Ve ailedeki para tek kişi için ayakkabı almaya yetecektir.

Biz şımarıklar içinse kış, kalın kıyafetler altında gömülmek demektir. Aldığı kiloyu farketmemek demektir. Hangi botun moda olup olmadığı, hangi marka manto ya da kaban alsak demektir.



Dedim ya ben sevmem pek kışları, yaşama enerjim düşer, sevincim azalır. Gördüğüm güzel manzaralara sığınıp, yağmurda ıslanıp, karda çocuk gibi kayıp eğlenip düşüp sevmeye çalışırım. Çıplak kalmış ağaçlar içimi üşütür. Kapalı mekanlarda bunalıp bunalıp sokaklara atarım kendimi. Yürümeyi özlerim, cıvıl cıvıl havaları özlerim. Yürüken kayma endişem olmadan sağa sola savrulmayı özlerim.

Ve eğlenceli yanları:
Elbette güzel yanları da var. Güneşi görebildiğiniz bir kış gününde sıcacık evinizde camdan bahçeyi, etrafı, sokakları izlemek bir keyiftir. Bir Sahlep ya da sıcak çikolata eşliğinde sakin huzurlu bir şekilde kitap okuma, DVD izlemek mutlu eder. Sinema/Tiyatro kış aylarında daha da eğlenceli hale gelir. Uyumak daha hoştur kışları, o yataktan çıkmayıp saatlerce hayal kurmak. Sonra manzaralar farklı havaya girer kar ve yağmurla. Taksimde yürümek ayrı bir keyiftir beyazların içinde.

Ama tüm bunlar biraz ekonomik güce dayanmıyor mu sizce de? Siz yaparsınız evet, ben yaparım evet peki ya diğerleri? ...


Sevmiyorum kışları, sizlere iyi kayak maceraları dilerim.

Sevgiler,

Bir Delinin Poliklinik Defteri: SU-SA-MI-YO-RUM

Bir Delinin Poliklinik Defteri: SU-SA-MI-YO-RUM: Son zamanlarda ne çok şey oldu değil mi? Terör,deprem ve N.Ç….. Yazmadım deprem konusunda terör konusunda ama N.Ç. susamıyorum… P...

Kendinizi seviyor musunuz?


Cevabınız ne olursa olsun, sizden ricam lütfen kendinizi sevmeyi öğrenin. Okuduğum kitaplardan, biyografilerden, psikolojik yazılardan ve farklı alanlardaki makalelerden çıkardığım sonuç şu çünkü: Eğer kendinizi sevmiyorsanız, hiçkimseyi hiçbir şeyi sevemiyorsunuz.

Bugün yaşadığımız topluma bakıyorum şimdi. Öyle çok uzağa gitmeye gerek yok; yaşadığımız ilçelere, illere ya da genel olarak tüm Türkiye'ye bakmak yeterli gibi başlangıç için. En son neyi sevdiniz bir çıkarınız olmadan? Çıkarsız sevgi kavramına karşı olabilirsiniz. Saygı duyarım. Ama farklı sevgi tipleri var sanki. Misal ailenizi size baktıkları için, destek oldukları için, nazınızı çektikleri için de seviyor olabilirsiniz ya da onları gerçekten sahip oldukları karakterle, oldukları insanı sevdiğiniz için sevebilirsiniz.

Her gün ölüm-yıkım haberleri geliyor. Bir cana son vermek? Nasıl bir sevgisiz, umutsuzluk durumu olmalı bu. Sokakta bir kediyi tekmeleyen çocuk nefret ediyor olmalı kendinden. Petshop'tan para vererek aldığı köpeği geçici bir eğlence olarak görüp, büyüdüğünde sokağa ormana terkeden insanımsı ... daha neler neler... Kendini sevmeyen, kendini çirkin-eksik hisseden ve hatta belki de kendinden nefret eden insanlar güzel olan şeyleri yıkarak bu eksikliklerini giderebileceklerine inanıyorlar içten içe. Oysa hepimizin bildiği klasik bir söz vardır "Başkalarını eksilterek, sen uzayamazsın!".

Ben bireysel olarak gelişimin, toplu gelişmeye katkısı olduğunu düşünenlerdenim. Ve en büyük gelişim kendini sevmek gibi hissetmeye başladım bu ara. En azından gözlemlerim bunu gösteriyor. Mutlu, huzurlu ve sevgi dolu insanların ortak özelliğini bu olarak belirledim. Yalnız buradaki ufak ayrıntı şudur ki kendini sevmek ile kendini Tanrı zannetmek, kendini herkesten üstün tutmak, bencilliğin ötesinde yaşamak farklı şeyler.

Kendini sevmek, önce kendini düşünmek, fedakarlıkta bulunmamak anlamına gelmiyor. Kendini sevmek tüm canlıları ve hatta güzel olan herşeyi sevmenin bir başlangıcı sadece. Ne zaman ki bir tabloya baktığınızda, bir köpeği, kediyi, martıyı hatta bir menekşeyi sevdiğinizde hissettiğiniz duyguyu kendinizi düşündüğünüzde de hissedebiliyorsunuz o zaman o noktaya gelmişsiniz demektir. Özel olarak sevmediğiniz varlıklar olabilir. Misal bazı insanlar böcekten korkar, tiksinir. Ya da fare pek çok hemcinsime ürperti verebiliyor. Sevmeseniz de nefret etmeyin diyorum sadece. Çünkü nefret kime neye hissedilirse hissedilsin yorucu, yakıcı ve yıpratıcı bir his.

Şöyle bir yaşam alanı hayal edin; kimseye kızgın değilsiniz, vicdanınız rahat, varolanları seviyorsunuz, yok olup hayal ettiklerinizi bile seviyorsunuz, hiçbir şey mükemmel değil belki ama siz onları noksanlarıyla kabullenmişsiniz. Mutluluk değil midir bu?


Kgk'nın böyle hayalleri var bu ara. Sarıp sarmalayan sevgi dolu dünyalar. Ve hayali bile mutluluk kapısından geçiriyor insanı.

Sevgiler!