28 Aralık 2011 Çarşamba

Arınmak ve huzur

Sevgili okuyucu eğer bu yazıyı okuyacaksan bir şartım var! Lütfen önce alttaki videoyu çalıştır ki ruhuna salınabilsin okurken. Ya dinle ya terket demiyorum tabii ama dinle lan işte n'olur sanki =)


   İyi değildim son zamanlarda, son saatlerde. Hatta o kadar iyi değildim ki kimseyi aramadım, kimseyi sormadım. Kırdım hatta bazı sevdiklerimi biliyorum. Kendimi de kırdım bol bol saçma düşüncelere boğarak, boğularak. Evden çıkmadım. Aynı evin içinde ailemin yanına inmedim. Oyun oynadım, dizi izledim, müzik dinledim ve alkol alıp rahatlamaya teşebbüs etmeyecek kadar bıkkındım birşeylerden. Alkole gelene kadar yemek yiyor olmak bile işkence halindeydi. Midemi susturmak için ara ara zoraki birşeyler yedim. Kendini kendinden soyutlar bazen insan. Bu süreçte kırmaya kıyamadıklarımı bir idare etme çabası... Onu da pek beceremiyorum zaten. Neysem oyum, yansıyor illa ki...

  Bugün ağladım çokça. Elimde olmadan tutamadım artık bir yere kadarmış kendini kasıp normal durmaya çalışmak. Ne varsa canımı sıkan, ne kaldıysa elimde parçalanmış, neyin camları battıysa yüreğime hepsine bir temiz ağladım ve ağlıyorum da.

Hafifledi ruhum, arındım. Sonra gördüm ki; kendime inanmayı bıraktığım anda herkese inanmayı bıraktım. O kadar kötü düşündüm ki, o kadar gergindim ki. Kendimi sevemeyince kimseyi sevemedim. Herkese kızgın, herkese saldırmak ister gibi bir hal almaya sebep veren bir lanetti sanki üzerimden kalkan.

Bugün düşününce "Bir dur!" dedim. "Ne yapıyorsun sen ya? Sen mükemmel değilsin, kimse mükemmel değil. Kimsenin seni yargılamaya hakkı yok ve senin de onları yargılamaya. Öyle mutlularsa onlar adına mutlu olacaksın. Başkasının mutluluğu kötü bir şey olamaz ki? Ki bir şekilde seni mutsuz eden olaylar zinciri de olsa ortada su yolunu hep bulmadı mı? Bulamazsa yeni yol açmadı mı kendine?"
Farkettim ki evden dışarı adım atmamama rağmen o kadar gerilmişim ki vücudum bile yorgun düşmüş. Kendimi bırakınca fiziksel olarak bile rahatladım.

Geri döndü sevgim. Şimdi yine kendimi, sevdiklerimi eskisi gibi sevebiliyorum ve yine tahammül sınırlarım yüksek. Sabrım var yine. Hiçbir şey bitmedi, yitmedi. Yok olan bir şey yok. Hayat tuhaf bir ahenke sahip. Her yeni gün her yeni gece güzel pek çok şeye gebe.

İtiraf etmesi güç geliyor şimdi bana ama o kadar karanlık duygular sarmıştı ki beni, bende varolduklarını bile bilmediğim hisler. Misal çok yakın bir arkadaşımı bir başkasını benden çok seviyor galiba diye kıskandım. Yapmam böyle şeyler normalde, daha önce hiç yaşadığımı hatırlamıyorum. Demek ki insan yelkenleri suya indirdiğinde içindeki karanlık yöne, inanılmaz şeyler çıkabiliyor içinden.

İyilik de kötülük de var içimiz de; sonuç ise bizim hangisini sevip okşadığımıza göre şekilleniyor.

Şimdi ilk yapacağım şey yarın gidip kendime bir güzel efes dark brown depolamak. Biraz daha kendimi dinleyip iyice toparlanmak istiyorum. Sonra uzun zamandır göremediğim insanları arayıp sormak istiyorum. Yılbaşı planımız hazır zaten. Ve ardından diğer sorunlara bakabilirim; ben gibi, güçlü, mantıklı ama asla duygusuz olmayarak. Eh eni konu yaşanarak öğreniyor hayat.

Sevgiler,

27 Aralık 2011 Salı

Ağlamak Güzeldir

   Biriktiriyor insan. Güçlü durmaya çalışıyor. Gülmeye çabalıyor her ne olursa olsun. Yaşama azmi var elde, hava cıva değil. Gülenle gülüyorsun, ağlayana destek oluyorsun, canı sıkılana şebeklik yapıyorsun. Üzülme diyorsun, halledersin diyorsun vesaire...
Şimdi arka fonda :

İnsan biraz akıllanmaz mı diyor ya; hani bu aşk şarkısı falan ama dinlerken nasıl genele yoruyorum herşeyi belli değil. Böyle bir zaman tüneli, öğrenmediklerim, değişmeyen şeyler ...Karmaya küfrediyorum. Sık sık "Sevgili Karma, Siktir Git!!" diyorum.

Bu kadar üst üste gelince bir şeyler "Ama artık yeter!" diyor insan. Sabrın sonu geliyor hissi veriyor. Süreci bitirecek son nokta ne olmalı, nasıl bu üst üste gelmiş boktan olaylar silsilesi durur diye düşünüyor insan. Domino taşı etkisi resmen.

Neyse durdum durdum, boşalttım içimi bugün. Ağladım bolca, ağlıyorum da. Kapattım Sezen'in bu şarkısını ve bir diğerini açıyorum fonuma:


   Bıraktım kendimi, gerginliğimi ...Dibe vurayım da nolacaksa olsun artık dedim kendi kendime. Her damlayla biriktirdiğim herşey gider gibi oldu. Hala küfrediyorum karmaya. Ansızın gelen bir telefon biraz tünelin ucundaki ışığı gösterdi bana. Hep böyle oluyor. Bakalım nereye kadar.

Peki susabildim mi? Hayır. Niye ? Ağlamak güzeldir...bir süre ağlayacağım sanırım bir de bunu deneyelim. Uzun zamandır canımı sıkan herşeye gülmeyi denedim pek işe yaramıyor anlaşılan belki de bu işe yarar .

Ağlamak güzeldir ...

Özgürsün sen

 
   Yürü be, kim tutar! Özgürsün sen!

İstediğin kalbi kır, istediğini topla bulduğun taşlardan...Nasılsa yolda bırakırsın sıkılınca. Boş ılık meltemler estir ortada. Sözler ver, söz anlamına gelen cümleler söyle. Herkes herkesi çok sevdiğini sansın. Onu bunu ve hatta kendini kandır. Öyle ya özgürsün. Yaşmak için özgürsün, ölmek için de.

   Doğrusun sen!

Şu hayatta herkes, herşey yanlış. Ama sen doğrusun. Senin yolundan kimse gitmiyor olabilir. Eminsin fırsatları olsa hepsi o yoldan giderdi. Tabii ki sen farklısın. Ondan bu olanlar. Sen doğrusun, sen özgürsün.

   Eleştirilemezsin sen!

Dokunulmazlığın var senin, zırhın en güzçlüsünden, kalkanın en koruyucusundan ve gardını almana gerek bile yok aslında. Dünya savunur seni sen daha kılıcını kınından çekmeden.

   Eşsizsin sen!

Ondan herkes sana hayran, herkes sana hasta. Tanrı niye var ki zaten sen varken? Ne gerek var sen yaratırdın dünyayı tıpkı yarattığın gibi güzeller güzeli rüyalarını.

Gülmek mi? Hayır tabii ki gülmüyorum. Bilakis oturdum ağlıyorum ...

24 Aralık 2011 Cumartesi

Soru işaretleri, bunalım sorgulamalar ve fazlası ...karanlık olabildiğine

 
Bir cuma akşamı evde oturmuş oynadığım oyuna ki 85inde teyzeleri bile kendine bağlamayı başarmış bi oyun olmasına rağmen kafamı veremiyorum. Dizi izliyorum 5-10 dkdan fazla sürdüremiyorum. Geziniyorum internette. Öyle dağınık ve avereyim ki nette bile...Aklım parçalara ayrılmış ve dağılmış. Düşünceler düşünceler...Ket vuramıyorum kendime ve o çok sevdiğim huzur halini bile bulamıyorum ki şibumi gerçekten sürrealist bir fikir gibi kalıyor.

   Arınma ihtiyacı hissediyorum. Geçmişimden, bu günümden ve geleceğimden. Neden??? Ben bu hissi yaşamayayım diye iyi bir insan olmamış mıydım? Sırf bunun için adil olmaya çabalamadım mı en kızdıklarıma bile? Enin de sonunda sevmeyi öğrenmedim mi nefret etme çizgisinde olduklarımı ... Neden öyleyse, ne yanlıştı?

  Kimsenin elini tutmaya ihtiyaç yok derim çoğu zaman, insan kendi başına dimdik ayakta kalabilir. Diğerleri çoğu zaman airbag olmaktan ileri gidemez hayatta. Bugün öyle bir his taşıyorum ki ana damarlar dışında tüm kılcalları kuruttum bu tutkuyu besleyen. Şimdi sadece biyolojik olarak yaşam var. Umut var mı diye soruyorlar, bilmiyorum. Şüphesiz bilmek de istemiyorum önümüzdeki zamanda. Zaman dedim zira artık saniye, saat, yıl kavramım da şaştı kendini.

  Kaos ortamı hakimken ruhumda en kızdığım şey kendim oldum yine, hep olduğu gibi. Bir gün nefret edersem  birinden bir şeyden ona da kendime olduğum kadar acımasız olacağım. Ama yoo ben kimseye kendime olduğum kadar gaddar olamadım.

  Uzakta bir yerde, bilmediğim bir ses bir nefes ve bir sıcaklık var... Bazen çok yakın gibi geliyor mesafelere rağmen. Ona dair tek bildiğim şey varlığı. Varolduğunu biliyorum. Hepsi bu. Ne bir mazi ne bir şimdi, belki sadece gelecek. Kalp atışlarını hissettiğim bir melek belki hangi tarafta olduğu belli olmayan. Ve ben her hissettiğimde o ışığı duruyorum, beynim odaklanıyor, huzur buluyorum öyle bir huzur ki neredeyse tamamen başkası oluyorum ama kendim olan bir başkası. Kendimi görebiliyorum onda onu göremesem de. Hiç ısınmayan ellerim sıcacık oluyor. Konuşuyorum, susuyorum, şarkılar söylüyor birileri ve hayatımda hiç duymadığım dünyanın en tatlı en akıcı sesi. Zaman duruyor, zaman akıyor...
Böyle bir karmaşanın huzur neresinde diyorum ama inkar edemiyorum bulduğum huzuru o kadar gerçek ki.

Hayatım boyunca hayallerimden sıyrılıp gerçeklerimin (yo hayır belki de benim bile değiller- gerçeklerin) peşinden gitmeye çalışırken hangisi gerçek hangisi hayal farkedilemeyeceğini anladım. Dedim ya, karışığım, ve o ışık kayıp bir süredir.

Alışmaktan nefret ederim. Alışmamak için yaptığım bir şey yok ama alışmaktan hoşlanmıyorum. Alışıyorum...
Söz vermelerinden nefret ederim insanların çünkü tutulmadığında benim için hiçleşiyorlar ve hiçleşmeleri beni üzüyor. Zorlanmak... Bir şeyleri yapmam için, bir şeyler olmam için zorlanmak yırtıcı ve vahşi ilkel bir benliği körüklüyor içimde. Önüne geçmem zor oluyor, yıpranıyorum.

Ben sadece o ışığı istedim hepsi bu. Diğerleri mi? İyi günlerimde hep vardılar. En yakın olanı bile hayatın akışıyla birlikte ağırlığı fazla olan batmak üzere bir gemideki en ağır yük sizmişçesine ve olağan şekilde sulara bırakıyor sizi. Sorun değil. Ben denizi severim. Sorun şu ki ben yük atmadan o gemide topluca ölmeyi tercih edenlerdenim. Hadi buyrun. Şimdi gerçekçilik mi hayalperestlik mi?

Deli saçması yazı yazmaya başlamışken; deli diyebilirsiniz, ki zaman zaman havai, uçarı, deli, uçuk kaçık gibi sıfatlarla süslüyorsunuz sizin yarattığınız benliğimi. Yok be yavrum, sizin lügatınızdaki deli korkarım bendekinde  farklı açıklanıyor.


Dipnot: Kimse anlamasa da yazarım diyen sevgili yazar, bence aranıza hoşgeldim =)

22 Aralık 2011 Perşembe

who do you think you are

Son günlerde duygusal olarak dengesizim, bunun tanısını kendim bile koyabiliyorum yani :)

Bir şarkıya takıldım deli gibi... Durup durup dinliyorum. Ki çok alışılmadık bir şey değil. Nadir parçalar bu etkiyi yapıyor bana. Ama sözleri o kadar etkiledi ki. Üstelik kimseye atfedemiyorum. Böyle parça parça sözleri çarpıyor. En çok da "who do you think you are" dediğinde böyle bi sanki nefret kusuyorum hissi veriyor. Halbuki kimseden nefret etmiyorum. Edemem de.
Hatta biraz özet söz geçeyim (çeviriyi kim yaptıysa saygılar ) :
who do you think you are?
Sen kendini kim sanıyorsun?
runnin’ ’round leaving scars
Etrafta yaralar açarak dolanıyorsun
collecting a jar of hearts
Kavanozda kalpler biriktiriyorsun
tearing love apart
Aşkı parçalara ayırıyorsun
you’re gonna catch a cold
Soğuk kapacaksın
from the ice inside your soul
Ruhundaki buzdan
don’t come back for me
Benim için geri gelme
who do you think you are?
Sen kendini kim sanıyorsun?

Hayır olsun =) Geçer yakında.
Şarkıyı da koyayım bu kadar bahsetmişken .

Sinir harbi

Tek ihtiyacımız huzur ve sessizlik olduğundan evren kendini hatırlatırcasına gürültü yapıyor. Kopmaya izin vermiyor hayattan. Kızgınım işte. Bi huzur ya lütfen!

Kimse değişmiyor tüm değişimleriyle bile. Resmin tamamına baktığında aynı insanlar. Eğlenceliyse eğlenceli, güvenilmezse güvenilmez, dürüstse dürüst... Çabalar bu kadar yersiz mi diye düşünüyorum. Nasıl olumsuz uyandım sabah sabah =) Ama şu an böyle hissediyorum. Olmuyor işte bazen, değişmiyor insanlar, olaylar...

Çaba harcamak istemiyorum, yorgun hissediyorum. Yine aynı duygu, yine çekip gitme isteği. Bir gün yaparsam hiç dönmeyeceğim tanıdıklarıma diye korkuyorum. İz bırakanlar unutulmazmış. Ulan ömrümüz onun bunun bıraktığı izlerle geçiyor. Güven yanılgıları, yalanlar dolanlar, pembe hikayeler, insanın arkasından dönen işler...

Gerçeklikten bu kadar mı korkuyorsunuz? En sevdiğim küfürü ettim şu anda böyle dolu dolu.
Bu beni terbiyesiz mi yapıyor? Sahte kimliklerinizin özbenliklerinde yaşadıkları çirkinliklerle kıyasladığımızda yapmıyordur muhtemelen.

Eyvallah

13 Aralık 2011 Salı

Bir yabancıdan kalıntılar

Bir iş başvurumun bilmem kaçıncı etabı olarak çağrıldığım ingilizce sınavındayım. Yazılı bölüm bitiyor ve konuşma kısmını yapacağımız kişiyi beklemeye başlıyorum.
Beyaz saçlı, neşeli, enerjik 50li yaşlarda... Girip selamlıyor, tanışıyoruz hemen. Anlamıyorum sınavda mıyım muhabbet mi ediyoruz. Kendisi de şaşırıyor zaten. Aslında burada sormam gereken sorular vardı ama muhabbet keyifliydi bunlara pek gerek kalmadı arık diyor. İrlanda hakkında konuşuyoruz ve tabii ki biraya bağlanıyor konu. Gezdiği gördüğü yerlerden, benim okul hayatımdan, genel-geçer sorunlardan vesaire...

O kapıdan çıktığında gülümsüyorum kendi kendime. Bir yabancının yaşama sevinci ve enerjisi bu kadar bulaşıcı olabilir. Tanımadığın bir insanla gülümseyerek ettiğin içten bir sohbet bu kadar huzur bırakabilir.

Ne zaman gülümseyen, yaşadığı andan keyif duyan bir insanla hayatın bir kaç dakikasını paylaşsam yaşama daha çok anlam geliyor. Birilerinin bir şeylerle mutlu olmasının bana faydası nedir bilmiyorum ama ben de mutlu oluyorum.

Sonra şöyle bir gidip geliyor zihnim. Bir sorunun cevabını tekrar ve tekrar buluyorum; işte bu yüzdendi diyorum. Bu yüzden!

11 Aralık 2011 Pazar

Sıkı rakı kuralları =)

Rakı İçerken Şunlar Yapılmaz :

1. Sarhoş olunmaz.

2. Masada konuşulan masada kalır. Kayıt, not tutulmaz.

3. Fotoğraf çekilmez. Dışarıdan çekene kızılmaz.

4. Telefonla konuşulmaz. Çalarsa açılır, “Rakı içiyorum” denir, kapatılır.

5. GSM'le oynanmaz: Sofra iPhone, Blackberry tanımaz.

6. Muhabbet esnasında biçem, izlek, imgelem gibi kelimeler kullanılmaz.

7. Kadınlar silip oturur: Rakı bardağında ruj izi olmaz.

8. Düzgün konuşulur, lüzumsuz şirin olunmaz.

9. Rakıda hızlı gidene karışılır, yavaş düşene karışılmaz.

10. Argo konuşulur, küfür edilmez.

11. “Hey!”, “hişt!”, “pişt!” gibi ünlemler kullanılmaz.

12. Memleketi herkes meşrebine göre kurtarır, karışılmaz.

13. Yemek yenilmez.

14. Meze tırtıklanır, karın doyurulmaz.

15. Şalgam suyu, soda, ayran, çay yanına konabilir, içine konmaz.

16. Kafaya vurup “lölölö!” demek gibi zevzek şakalar yapılmaz.

17. Masada kitap, dergi, hele laptop asla bulunmaz.

18. Zeki Müren de Giuseppe Verdi de dinlenir; Kayahan, Bryan Adams dinlenmez.

19. Varsa müzik duyulacak kadar açılır, bağırtılmaz.

20. Hüzün de neşe de eksik olmaz.

21. Masada ağlanmaz.

22. Ağlayan çıkarsa konu değiştirilir, avutulmaz.

23. Yüksek sesle şarkı söylenmez.

24. Şarkı mırıldanırken el kol hareketleriyle desteklenmez.

25. El kol fazla hareket etmez.

26. Tartışılır, kalp kırılmaz.

27. Herkes konuşur, monolog olmaz.

28. Aynı anda konuşulmaz, söz kesilmez.

29. Masaya sigara dumanı üflenmez.

30. Bir rakı içilirken başka marka övülmez.

31. Rakı masasında sessizlik olmaz.

32. Zırt pırt tuvalete gidilmez.

33. Masada yellenilmez.

34. Masada geğirilmez.

35. Masaya müzisyen alınmaz.

36. Azıcık uçulabilir ama yalan dolan olmaz.

37. Yüksek sesle konuşulmaz.

38. Kazak pantolonun içine sokulmaz.

39. Çıplak / yarı çıplak durulmaz.

40. Şiir konuşulur, şiir okunmaz.

41. Rakı içilirken başka içki içilmez.

42. Yolluk bir teki aşmaz.

43. Yolluk alınmışsa cila çekilmez.

44. Biradan başka cila olmaz.

45. Cila birası bir küçüğü geçmez.

46. Rakı sonrası kahve, şekerli içilmez.

47. Kahve içilirken höpürdetilmez.

48. Rakı yalnız içilmez.

49. Rakı masası 4-5 kişiyi geçmez.

50. Garsona adı dışında bir şeyle seslenilmez.

51. Garsona rakı doldurtulmaz.

52. Balkon sofrasında içmeyen çalıştırılmaz.

53. Sıcaksa buz konabilir, buz erimeden içilmez.

54. Rakıdan önce su, sudan önce buz konmaz.

55. Rakı sek içilmez.

56. Rakıcı ota çöpe öpüşmez, habire takdir etmez.

57. İçerken serçe parmak havaya kaldırılmaz.

58. Rakı hızlı içilmez.

59. Rakı fondip yapılmaz.

60. Kerahet vaktinden önce rakı içilmez.

61. Büyük konuşanla rakı içilmez.

62. Çok konuşanla rakı içilmez.

63. Sessiz duranla rakı içilmez.

64. Şakadan anlamayanla rakı içilmez.

65. Büyük yudumlarla rakı içilmez.

66. Rakı sofrasında iş dedikodusu yapılır, iş konuşulmaz..

67. Küllüğe limon kabuğu, zeytin çekirdeği konmaz.

68. Tabağa, kâseye sigara söndürülmez.

69. Zırt pırt kadeh tokuşturulmaz.

70. Konuşurken rakı masasına vurulmaz.

71. Bardak boş bekletilmez.

72. Masanın her bir köşesi meze ile doldurulmaz.

73. Ağız şapırdatılmaz.

74. Çatal kaşık dişe değdirilmez.

75. Burun karıştırılmaz.

76. İzinsiz masadan tuvalete dahi kalkılmaz.

77. Şerefe vb. yeterlidir, kadeh tokuştururken yaratıcı olunmaz.

78. Garsona balık ayıklatılmaz.

79. Garsonun sırtına vurulmaz.

80. Personele hatır sormadan meyhanede oturulmaz.

81. Sofraya erken ya da geç gelinmez.

82. Rakı buzdolabının en alt rafından yukarı çıkarılmaz.

83. İçi görünmeyen kadehte rakı içilmez.

84. Masada farklı kadehler olmaz.

85. Masada farklı markalar olmaz.

86. Yerken ağız doldurulmaz.

87. Ağızda lokma varken konuşulmaz.

88. Boğaza, yeleğe peçete takılmaz, dize peçete konmaz.

89. Konuşurken çatal bıçak sallanmaz.

90. Hiçbir durumda ve fikirde ısrar edilmez.

91. Racon kesilmez.

92. Ukalalık, kıskançlık kaldırmaz.

93. Rakı sofrası süslenmez.

94. Loş meyhanede içilmez.

95. Yan masanın muhabbeti dinlenmez.

96. Başka masaya uzun bakılmaz.

97. Masadan kopuk muhabbet edilmez.

98. Çiftler el ele tutuşmaz, oynaşmaz.

99. Sallanan masada içilir, sallanan insanla içilmez.

100. Bunlar kendiliğinden olur, kasarak yapılmaz.

(ALINTI)

7 Aralık 2011 Çarşamba

Kırılgan

Kafamdan çok şey geçiyor...Anlamlı anlamsız bir sürü düşünce yerli yersiz geliyorlar. Uyuyamadığım oluyor düşünmekten. Kafamı toplayıp yazıya bile dökemiyorum.
Durum böyle olunca ve değişiklik olsun diye :


KIRILGAN
Kırılgan bir çocuğum ben
Yüreğim cam kırığı
Bütün duygulardan önce
Öğrendim ayrılığı
Saldırgan diyorlar bana
Oysa kırılganım ben
Gözyaşlarım mücevher
Saklıyorum herkesten
Ürküyorlar gözümdeki ateşten
Ürküyorlar dilimdeki zehirden
Ürküyorlar o dur durak bilmeyen
gözükara cesaretimden
Diyorlar: Bir yanı sarp bir uçurum,
Bir yanı çılgın dağ doruğu.
Oysa böyle yapmasam ben
Nasıl korurum içimdeki çocuğu?
Bir yanım çılgın nar ağacı
Bir yanım buz sarayı.

M. Mungan

4 Aralık 2011 Pazar

Kaybetme

Kaybetmek ister insan bazen. Herşeyi yitirmek ister. Çünkü bazen tüm o haz aldıklarımız, tüm sevdiklerimiz bağlandıklarımız ağır gelir insana. Kaybetmek ister çünkü ne kadar az sahipsek o kadar az incitilebiliriz. Çünkü hiçbir şeye sahip olmayanın kaybedecek hiçbir şeyi yoktur. Çünkü sonsuz özgürlüğün bedeli acımasız bir tekliktir çoğu zaman. Sayın birden ikiye çıktığı anda başlar dengeleme sorunsalı.

Kendine bile yalan söylerken insan, karşındakinin sana hiç yalan söylememesi beklentisi hep boş umuttur. O bağlandığın eşyalar, hayatlar, ruhlar ... Hepsi bir gün gidebilir. Kaybetme korkusu hasar verir ve an gelir karar verirsin: Bu korkuyla yaşayacağıma hepsini atarım. Boş kalsın, sessiz ve sakin. Tek kalayım, %100 bildiğim gibi. Güvenli... Macera değildir aslında ama bir yanı da macera sanki. Boşuna çabalama. Bunlar beyninde yankılanan anlamsız sesler gibi. Anlamayacaksın, anlayamazsın.

Öyleyse neden yazıyorsun deme. Anlatma ihtiyacım vardı, anlattım.
Geçti bitti şimdi örtün üzerimi yıldızlar ki huzurlu uyuyayım bu gece. Ah işte huzur, onun için herşey yapılası. Huzuru da kaybetme korkusu olur mu ki?

Herneyse!