26 Şubat 2014 Çarşamba

Merak

 Ben şimdi merak ediyor ve satırlarca yazıyorum...
O hiç tanımadığım insana.
Belki kilometreler var arada belki de bir kaç metre, kim bilir?

Bazen varmış gibi bazen ise hiç yokmuş gibi yaşıyorum.
Kimi şarkıları çift kişilik dinlerken kimi zaman sıfır kişilik oluyorlar.
Müzik enteresan şey.



Işınlanma keşfedilene kadar en güzel yolculuklar sadece melodilerle mümkün.

Bak gördün mü, en sevdiğim(iz) şarkı çalıyor, bizde en çok iz bırakacak olan.
Sonu ne mutlu ne de mutsuz bitiyor çünkü kahramanları günlük hayat insanları bu şarkının.
Mutlulukla ambalajlanmış bir labirentti ya hayat, hani öyle diyecektik karşılaşsak bir gün bir yerde.

Hiç düşürmeyeceğim elimdeki kitapları ve hiç çarpışmayacağız çünkü bu bir Türk Filmi değil!
Sadece yüzüne bakacağım o zaman anlayacaksın.
Tek kelimeye gerek yok!
İhtiyaç da yok.

Şimdi ben yazacağım sonra da susacağım.
Kimse anlamayacak diyeceğim içimdeki sesle.
Ama sen bir gün anlayacaksın, ilk okuduğunda, hemen o anda.
İşte o gün fondaki müzik değişecek.
Şimdilerde adagio ya gün gelecek allegro diyeceğiz.

Tek kişilik mi susayım yoksa çift kişilik mi?

Gittik yine, olsun daire şeklinde tur atar çıktığımız noktaya geliriz.

Görüşmek üzere...

23 Şubat 2014 Pazar

Osho'nun ders kitaplarına girmesini istediğim yazılarından biri - Aşk Böyle Gelir

Belki ergenlik dönemlerimizde öğretilmeye başlansa bu düşünceler, hayata kapılıp bu kadar sık unutmazdık işin özünü...


AŞK BÖYLE GELİR
lk adım anne babandan kurtulmaktır. Ve bununla annene babana karşı saygısız ol demek istemiyorum, hayır. Bunu söyleyecek en son kişi benim. Fiziksel anlamda anne babandan kurtulman gerektiğini söylemiyorum, demek istediğim şey, içerideki anne baba seslerinden, içindeki programdan, içindeki kasetlerden kurtulman gerekiyor. Sil onları.

Şayet bir makina değil bir insan olmak istersen anne babandan kurtul. Ve dikkatli olman gerekecek. Bu zor iştir, çetin bir iştir; onu hemen beceremezsin. Davranışlarında çok dikkatli olmak zorunda kalacaksın. Annen oradayken, senin aracılığınla iş görürken izle ve gör. Bunu bırak, ondan uzaklaş. Annenin hayal bile edemeyeceği tamamıyla yeni bir şey yap. Örneğin, erkek arkadaşın gözlerinde büyük bir hayranlıkla başka bir kadına bakıyor. Şimdi ne yaptığını izle. Baban başka bir kadına baktığında annenin yapacağı şeyin aynısını mı yapıyorsun? Eğer bunu yaparsan aşkın ne olduğunu asla bilemeyeceksin, sadece bir hikâyeyi tekrar ediyor olacaksın.
O farklı aktörler tarafından oynanan aynı oyun olacaktır, hepsi bu. Aynı kokuşmuş oyun yeniden ve yeniden ve yeniden oynanıyor. Bir taklitçi olma. Ondan kurtul. Yeni bir şey yap. Annenin aklının ucundan bile geçmeyen yeni bir şey yap. Bu yenilik senin varlığına getirilmelidir, o zaman senin aşkın akmaya başlar.
O halde gerekli olan ilk şey anne babandan kurtulmaktır.
İkincisi şudur: İnsanlar kıymetli bir eş bulacağına sevebileceklerini zannederler; saçmalık. Asla birisini bulamayacaksın. İnsanlar sadece mükemmel bir erkek ya da bir kadın bulduklarında seveceklerini zannederler. Saçmalık! Onları hiçbir zaman bulamayacaksın çünkü mükemmel kadın ve mükemmel erkekler mevcut değildir. Ve şayet var iseler senin sevgini umursamayacaklardır. Onlar ilgilenmeyeceklerdir.
 
Yaşamı boyunca mükemmel bir kadın arayışı yüzünden bakir kalmış bir adam duymuştum. Yetmiş yaşındayken birisi şöyle sordu: "Seyahat edip durmaktasın; New York'tan Katmandu'ya, Katmandu'dan Roma'ya, Roma'dan Londra'ya arayıp duruyorsun. Bir tane bile mükemmel bir kadın bulamadın mı?"

Yaşlı adam çok hüzünlendi. "Evet, bir seferinde buldum. Bir gün, çok uzun zaman önce mükemmel bir kadınla karşılaştım."

Soruyu soran kişi, "O zaman ne oldu? Niçin evlenmedin?" diye sordu.

Üzüntülü bir şekilde, "Ne yazık ki o mükemmel bir erkek arıyordu" dedi.

Ve şunu aklında tut, iki varlık mükemmel olduğunda onların aşk ihtiyacı ile senin aşk ihtiyacın aynı değildir. Onun bütünüyle farklı bir niteliği vardır. Aklında tutman gereken şey, asla mükemmel bir erkek ya da kadın arayışında olmamaktır. Bu fikir de, yani mükemmel erkeği yahut kadını bulmadan mutlu olamayacağın senin aklına yerleştirilmiştir. Bu nedenle de sen mükemmel olanı aramaya devam edersin ve bulamazsın, bu yüzden de mutsuzsun.
Aşkın içine akmanın ve içinde gelişmenin mükemmelliğe ihtiyacı yoktur. Aşkın diğeriyle hiçbir alakası yoktur. "Mükemmel, kirlenmemiş hava olmadığı sürece nefes almayacağım" demezsin. Karnın açsa ne olursa olsun bir şey yersin. Çölde susuzluktan ölmek üzereysen herhangi bir şeyi içeceksin. Coca Cola içmek için ısrar etmeyeceksin.
Bu nedenle anımsanması gereken ikinci şey mükemmeliyeti istememektir, aksi takdirde senin içine akan sevgiyi hiç bulamayacaksın. Tam tersine sevgisiz hale geleceksin.
Ve birisini sevmeye başladığında talep etmeye başlama; aksi takdirde daha en başından kapıları kapatıyorsun. Hiçbir şey bekleme. Şayet önüne bir şey çıkarsa şükran duy.  Eğer bir şey gelmezse onun gelmesi için bir neden yoktur, onun gelmesine gerek toktur. Onu bekleyemezsin.
Aşkın sevgi dolu bir atmosfere ihtiyacı vardır; aşkın şükran minnet iklimine ihtiyacı vardır. Aşkın bir talepsizlik atmosferine, beklentisizlik atmosferine ihtiyacı vardır. Anımsanması gereken ikinci şey budur.
Ve üçüncüsü şudur: Nasıl sevgi alacağını düşünmektense vermeye başla. Verirsen alırsın. Başka bir yolu yoktur. İnsanlar yakalamak ve elde etmekle daha ilgilidir. herkes elde etmekle uğraşır ve görünen o ki hiç kimse vermekten keyif almaz. İnsanlar son derece isteksizce verir. Şayet bir şekilde verirlerse de yalnızca almak üzere verirler. Ve onlar neredeyse işadamı gibidirler. Bu bir pazarlıktır. Onlar her zaman verdiklerinden daha fazlasını aldıklarından emin olmak için gözlerini dört açarlar; o zaman bu iyi bir pazarlıktır, bu iyi bir ticarettir.
Aşk bir ticaret değildir. O yüzden bir işadamı gibi olmayı bırak. Aksi takdirde yaşamını ve aşkı ve onun içindeki tüm güzellikleri ıskalayacaksın. Varoluş ticaret nedir bilmez. Ağaçlar çiçek açar, bu bir iş değildir. Yıldızlar ışıldar. Bu bir ticaret değildir ve onun için bir şey ödemene gerek yoktur ve hiç kimse senden bir şey talep etmez. Bir kuş gelir ve kapının önünde oturur şarkı söyler. Ve kuş senden herhangi bir sertifika ya da onaylanma işareti istemeyecektir. O şarkısını söyledi ve mutlu bir şekilde arkasında hiçbir iz bırakmadan uzaklara uçup ayrıldı.
Aşk bu şekilde büyür. Ver ve ne kadar elde edebileceğini görmeyi bekleme. Evet, o gelir. O binlerce katıyla gelir. O kendi başına gelir, onu talep etmeye gerek yoktur. Talep ettiğinde o asla gelmez. Talep ettiğinde onu öldürmüşsündür, bu nedenle ver. Vermeye başla.
Birey haline gel, ilk şey budur. İkinci şey, mükemmeliyet bekleme, isteme ve talepte bulunma. Sıradan insanları sev. Sıradan insanlarda yanlış hiçbir şey yoktur. Sıradan insanlar olağan üstüdür! her insan evladı son derece eşsizdir; bu eşsizliğe saygı göster.
Üçüncüsü, ver ve hiçbir koşul olmaksızın ver. O zaman aşkın ne olduğunu bileceksin. Onu tanımlayamam. Onu büyütmek için yol gösterebilirim. Bir gül goncasını nasıl ekeceğini, onu nasıl sulayacağını, ona nasıl gübre vereceğini, onu nasıl koruyacağını sana gösterebilirim. Sonra bir gün ansızın gül ortaya çıkar. Ve evin güzel kokularla dolar. Aşk böyle gerçekleşir.

17 Şubat 2014 Pazartesi

hangi ilişki?

   Son zamanlarda çevremde o kadar çok çift sorunu var ki ister istemez aşk üzerine düşünüyorum bu ara. İlişkiler konusundaki tecrübem arkadaşlarımın tecrübeleriyle kısıtlı olduğundan olsa gerek epey kafa yoruyorum. Bazen kızıyorum. Sonra işin içindeyken belki de böyle oluyordur insan diyorum. Ne olmuş olursa olsun en son geldiğim noktada sorguladığım konu hep şu: insan sevdiği birini neden üzer?


Tüketim toplumu vs... ben anlamıyorum artık. Kafam hayli karışık. Her şey çok hızlı. Teknolojiye olan tutkuma rağmen romanlardaki, o dalga geçtiğimiz Türk filmlerindeki vs.. geçmiş zamana ait aşklara özeniyorum. Kırmadan, tüketmeden, oynamadan ... Kıymet bilerek yaşanan sevgilere imrenerek bakıyorum. İnsanların sevdiği insanla yan yana olduklarında bırakın başka insanlara bakmayı,telefonlarıyla ilgilenmeyi, yanındakini unutmayı,  mutluluktan sarhoşluk hissini tattıkları o dönemlerde doğsaydım keşke diyorum. Sonra silkinip kendi kendime "Allah kahretmesin Hilal, bir romantizmin eksikti kızım, hadi canım yıl olmuş 2014 nereden buluyorsun öyle aşkları" diyor ve realiteye dönmeye çalışıyorum.

Şimdilerde sanki herkes herkesin malı...
Çok ucuz.
Her şey çok ucuz.
Havada ego savaşları uçuşuyor.
Seven seviyorum demiyor, sevmediği halde aşk sözcüklerine boğuyor insanlar birbirlerini.
Yazık lan, ne melun bir zamana doğmuşuz.
Kaliteli aşklar, ilişkiler zamanını kaçırdık mı dersiniz?
Yoo hayır, öyle olmamalı.
"Bir umuttur yaşatan insanı" diyerek inatla, içimdeki gizli romantik şapşal hatunu yine kenarlara köşelere saklayıp yoluma devam ediyorum.

Ya hep ya hiçci yaklaşımım sebebiyle ya gerçekten yalnız yaşlanacağım ya da herkesin imrenerek baktığı bir hayat yaşayacağım. Bilemiyorum.


Romanlardaki karakterlere olan aşklarım da hep bu şapşal kızın eseri.
Sen kalk Nicholai Hel'e aşık ol.
Üstelik adam sevdiği kadınla evlenmiyor bile :) Annem duysa ne sinirlenir şimdi. Di mi yani adam madem o kadar aşık niye evlenmiyor? "Annecim belki de adam o kadını senetle satın almak istememiştir" desem saatler sürecek bir evlilik muhabbetine gireceğiz. O yüzden dikkat edip, bir jenerasyon öncesiyle konuşurken  Osho'dan fikirler serpiştirmemeye çalışıyorum ortalığa. Ah Nicholai Hel, ne karizmatik karaktersindir sen!

Hayatta en sevdiğim şey gerçekten kendisinden emin olan insanlar. Ama öyle boş, ucuz, basit bir eminlik değil. Yani ele güne karşı bak ne kadar özgüvenliyim şeklinde gözükmek isteyen boş özgüvensizlikler değil.
Doğrusunu hatasını bilen insanlar...
Mükemmel olmadığını bilen senin de mükemmel olmanı beklemeyen, yapıcı, olumlayıcı, eksikliklerinden dolayı seni itip örselemeye çalışmayan insanlar..
İyi insanlar...
Ah onlar çok güzel insanlar...

Sonra şunu düşünüyorum biz ne tuhaf bir toplumuz? Göğsünü gere gere küfür eden, kavgaya giren, saç baş yolan, kötülükler çakallıklar yapan insanların, sevgilerinden utanması ne enteresan kavram kargaşası?
Doğru yanlış çarpışması?

Ya da ben kendi başıma ne tuhaf bir organizmayım?

Satırlarca yazıyorum ya, yine de kendime sakladığım öyle çok cümlem var ki...
Şu kadar konuşmaya, bu kadar yazmaya hala susmuşum sayıyorum kendimi.

Yorgunluktan ölen ve haftanın 7 günü sabahın köründe uyanmak zorunda bırakılmış, kapitalizmin esiri bir insan olarak saçmalama hakkımı kullandım.
Aman uyumalar olmasın!