30 Haziran 2010 Çarşamba

Kızlar erkekleri afiş ediyor!!!

Gece gece bir site keşfettim ki sormayın.
www.dontdatehimgirl.com
Sitenin kurucusu Tasha Cunningham 34 yaşında,evli falan bir kadınmış siteyi kurduğunda. Güya kendi tecrübelerinden yola çıkarak kurmuş bu siteyi.


Site oldukça ilginç. Fakat Türk kızları henüz keşfetmemiş olmalı ki afişe edilmiş Türk erkeği sayısı oldukça az.siteye üye olarak arama yapabiliyorsunuz. Erkekler de siteye üye olarak iddiayı boşa çıkarabiliyorlar. Bir erkeğin adı altında yazılmış bu erkekle çıkmayın çünkü kendisi bıdıbıdı bıdıdır açıklamasının altına diğer kızlar da yorum yapabiliyor.
Ben bizde de yaygınlaşsın bu da erkeklerimiz azıcık dikkatli olsunlar istiyorum :)
Öyle kolay kolay kazık atamasınlar kızlara, hemcinslerim ağlaya zırlaya ben ona şunları yapmıştım,böyle fedakardım o ise bunu yapmıştı dediğinde 'eh kızım sitede yazmışlardı kendin kaşındın' diyebilelim mesela.
Yaygınlaşsın bu sitenin kullanımı. Ben başlatayım diyeceğim ancak benim yazabileceğim birşey yok:) O yüzden bilenler bilmeyenlere anlatsın diyorum!

28 Haziran 2010 Pazartesi

Bürokrasi sorunsalı

Evet staj yapacağım şirketin istekleri :
* Öğrenci belgesi
* Zorunlu stajı olanlar için; okulunuzdan alacağınız staj yapmanızın zorunlu olduğuna dair staj yazısı,
* İkametgah,
* Adli sicil kaydı,
* Nüfus cüzdanı fotokopisi (T.C. Kimlik numarasını içeren),
* 2 adet vesikalık fotoğraf, (Scan edilmiş versiyonunu öncelikli olarak bizimle paylaşabilirsiniz)
* Sağlık belgesi (herhangi bir sağlık ocağından alınabilir)
* Kan grubu belgesi (Ehliyetiniz bu bilgiyi içeriyorsa, ayrıca belge almanıza gerek yoktur.)


Bu nedir ? Nüfuslarına almazlarsa beni şikayetçiyim bu kadar işten sonra.
İkametgah kısmı tamam hemencecik oldu.

Ben sağlık ocaklarının kokusundan ne kadar nefret ettiğimi unutmuştum ama ya:(
Ne gereği vardı o ilaç ve sidik kokusu karşımın iğrençliğini anımsatmaya???
Sağlık raporuymuş:
Yaptığım tek şey fotoğrafımın zımbalandığı kağıdı doldurup,
iğrenç kokunun içinde dünyamdan cayar vaziyette sıra bekleyip,
odaya girdiğimde 'bir rahatsızlığın var mı?' sorusuna HAYIR demek...
Ahan da turp gibi staj yapar bu diye raporum var höh!

Nüfus cüzdanım da yok ayrıca benim, ehliyet kabul etmezlerse bir de onunla uğraş işin yoksa. Bir daha kaybetmicem artık nüfus cüzdanımı bu son olacak!

27 Haziran 2010 Pazar

Telefon Adabı (Evet var böyle bir şey!!!)



Dün gelen bir telefon yine sinirlerimi harekete geçirdi. Bütün derdin bu mu bir sal diyenler olabilir. Ama yazıcam işte çok rahatsız oluyorum yahu. Hatta halk evlerinin falan bu konuda ücretsiz seminerler vermesi gerektiğini savunuyorum.

Örnek olması açısından bir telefon dialogu:
Ben- Efendim
Kişi- Alo
Ben- Efendim buyrun?
Kişi- Kiminle görüşüyorum (asjhafjksahfjkasnvkajdjnvaks)
... Burada bölmek istiyorum. Ne demek kiminle görüşüyorum ya? Ben mi aradım seni? Sen kimi aradığını bilmiyorsan ben niye sana kim olduğumu söylemek zorundayım?


Birini aradığınızda önce kendinizi tanıtınız, ardından karşıdaki ses aradığınız kişiye benzemiyor ise misal 'ben bilmemkimi aramıştım onunla mı görüşüyorum acaba' şeklinde doğru olup olmadığını kontrol ediniz.

Dana gibi direk kimsiniz demek hoş değildir yani sevgili insan!

Konuşmanın devamı da şu şekilde sürdü:
Ben- Siz kimi aramıştınız?
Kişi- Yanlış herhalde (çat = kapanma sesi)
Ben- AJFAKJF....

Evet sinirleniyorum. Çünkü öyle çok ele gelir bir telefon numaram olmamasına rağmen iki de bir yaşıyorum bu diyalogları. Hele bir de telefonu açıp direk aradığı insanmışım muamelesi yapan teyzeler var ki onlar felaket...
Ben- Efendim?
Kişi- Hatçeeeeeeeeeeeeeeeeeee
Ben- Ben değilim, yanlış aradınız.
Kişi- Çat!
Ben-asakjsakfjanf...

Daha beterleri de var tabi.
Ben- Efendim
Kişi-Alo
Ben-Evet buyrun?
Kişi- Kimsiniz?
Ben- Siz kimi aramıştınız?
Kişi- Yanlış oldu herhalde, ama sesiniz hoşmuş belki bu tesadüf.....
Ben- ÇAT!

İkinci olay ise:

Telefonu arayan kişi sonlandırır

Bu sebeple arayan siz iseniz, kapatmaya karar verecek olan da sizsiniz. Eğer çok uzatırsanız, aradığınızı zor duruma düşürürsünüz. Bu arkadaşlar arasında pek de geçerli bir durum değil tabii ki. Ama konu bittiyse, konuşulacak bir şey kalmadıysa, aranan kişi eh hadi kapat diyemez, ayıptır çünkü. Arayanın kapatmasını bekler. Siz çekinir ve karşısı kapatsın diye beklerseniz olay saçma sapan bir hal alır.
Ben- Anlıyorum
Kişi- İşte böyle
Ben- Evet değişikmiş
Kişi-Di mi bence de öyle oldu
Ben- Evet tabii
Kişi- hı hı
Ben- Başka?
Kişi- Yok başka bişi işte öyle bildiğin gibi
Ben- (utana sıkıla) E şeyy o zaman kapatalım mı ki artık?
-Bu noktada kendimi çok rezil bir şey yapmış gibi hissederim her zaman. Sonuçta arayan ben değilimdir ve kapatalım mı demekle büyük ayıp ediyorumdur. Ama telefonda birbirimizin nefesini dinlemeyi de sapıkça buluyorum açıkçası.

Telefonda geğiren arkadaşlara zaten bir şey söylemiyorum onlar bir zahmet bir gidip atlasınlar bir yerden.
Telefonda sifon sesi duymak da istemiyorum artık.
Bir de lütfen telefonla konuşurken, telefona ihtiyaç kalmayacak şekilde bağırmayalım. Öyle anlar oluyor ki ya kapat telefonu ben cama çıkayım zaten duyarım diyesim geliyor.
Bir de bazen telefonu yutup da konuşuyorsunuz ya hani, böyle sanki telefon midenizde ve sesinizi midenizden almaya çaşışıyoruz gibi oluyor. İşte o anlarda zaten yakın olduğum insanlara direk söylerim 'Allah aşkına telefonu her ne yapıyorsan yapma normal konuma getir' diye. Ama işte yakın biri değilse 'Sesinizi alamıyorum?' gibi cümlelerle cebelleşmek durumunda kalabiliyoruz.

Özetle, evet devir değişmiş olabilir, evet bizler pek çok adab-ı muaşeret kuralını unutuyor olabiliriz. Ama LÜTFEN!!! Bunlar saygı içeren unsurlar, bunları unutmanın ve tarihe gömmenin bir anlamı yok. Saygı gösterdiğimiz zaman bu kurallar kendiliğinden uygulanmış olacaktır zaten.

Gerçi bizler ki
-Alo
-Götün kaç kilo

espirileriyle kaynaşmış bir milletin çocuklarıyız. Belki de çok şey bekliyorumdur :)

25 Haziran 2010 Cuma

Tatilin dönüşü, gidişinden bellidir



Efenim sevgili halikarnas balıkçısı olarak bilinen Cevat Şakir Kabaağaçlı'nın şu dizeleriyle başlamak isterim bu yazıya:

yokuş başına geldiğinde
bodrum'u göreceksin,
sanma ki sen
geldiğin gibi gideceksin
senden öncekiler de
böyleydiler
akıllarını hep bodrum'da
bırakıp gittiler...


Bodrum'un girişinde görürsünüz bu yazıyı ve her defasında gidişinizi anımsatır durur şair size, her defasında içiniz acır. Devamlı gidenler için Bodrum bir hastalıktır zaten onlara anlatmaya gerek yok aslında ama olsun. Maksat blogumuza tatil anılarımızı yazalım.

Çocukluk zamanlarımda başladı yazlık maceram. Zaten site ortamının en keyifli zamanları 12-18 yaş dönemidir. Yalan rüzgarı tadında olaylar yaşanır, kah güler, kah destek olur, kah dertlenir içersiniz. Hele küçük yaşta bara falan girme maceraları efsanedir. Yazlık arkadaşlıklarından gerçek hayata taşınanlar nadirdir. Genellikle her gittiğinizde orada olan, orada olsunlar istediğiniz insanlardır ve de 19-20 yaşını bulmadan tatil dışında görüşmek mümkün olmaz onlarla. Geçmişi bırakayım da bu tatile geleyim.

Ucuza gelsin diye erkenden almış olduğum uçak biletimin THY değil de alt firması olan Anadolu Jet'e ait olduğunu farkettiğimde yaşadığım şok ile başlamak istiyorum. Macera uçağa adımımı atar atmaz, bir abinin feryat figan 'kedi mi? kedi mi var uçakta? nerde o kedi' tepkileriyle başlamış bulundu. Yanından geçerken yüzüne gülmemek için zor tuttum kendimi. Artık nasıl korkuyorsa kediden girdiği tripleri görmek eşsizdi cidden. Nitekim uçak havalandıktan sonra kutuda bir kedi geldi yanımıza. Cam kenarında oturan kişiye aitmiş. Bu defa da aramızda oturan konuşkan teyzeyi bir huzursuzluk sardı. Yani zaten yolculuğun bitmesine bir 20-25 dk kalmış, hala kedi problemi yaşanıyordu. Dedim teyzecim siz benim yerime oturun biz iyi anlaşırız o kedişle. Sorun böylece çözüldü. Pilotumuz ise değişik bir insandı. Seksi bir ses tonu ile kaç metre havadayız saatte kaç km ile gidiyoruz kısmını bildirişi hoştu gerçi. Ancak değişik bir ruh haline sahip olduğunu düşünüyorum zira iniş kısmında uçak kademe kademe aşağıya doğru bırakıldı sanki. Şimdi düşüyoruz, ah bu defa kesin lost adasında bulacağım kendimi derken sağ salim indik efenim. Uçakta 1-2 sabancılı görür gibi olduğumu da eklemeliyim.
Neyse, zaten direk eğlenme modunda olacağımızı kuzenim bildirdiğinden kıyafet falan gayet ona uygundu. Kuzenim, Çeto ve ben kendimizi barlar sokağında buluverdik. Baktık ki Bodrum baya boş, henüz açılmamış tatil perdeleri. Orası mı iyi burasımı derken White House oldu durağımız. Dışarıda sakin sakin bir şeyler içerek başlayan gece en son sabancıdan farklı insanlarla da kaynaşmış olarak striptiz direğinde dans ederken sonlandı.(yok striptiz yapmadık yanlış anlaşılma olmasın biz çocuklaştık sadece :) ) Ortalıklardaki kavruk tenli apaçi abilerimize bu cümleyle değinerek geçmek istiyorum.Hele bar içinde güneş gözlüğüyle gezinip kaslarını sergileyen siyah atletli kavruk olanı üstünü de çıkardığında çok oy topladı :)O kadar çoklar ki onlara roman yazılabilir. :)

Şu an burnuma mukayet olamama ve köh köh yaşlı amcalar gibi öksürüyor olmamı da bu tayfaya borçluyum. 5 gece boyunca durmaksızın mekan mekan gezince insan sonunda hasta oluyormuş. Mekanlara değineyim biraz.
Barlar sokağı fixtir zaten; Deja vu, White house, Red Lion gibi yerler...
Bunlarda genelde inanılmaz güzel ve yakışıklı turistlerimizden tutun en çirkinlerine kadar hepsi görülebilir. Araya kaynamış kavruklar öyle ablalar götürür ki şaşar kalırsınız. Erkeklerin de bu tür mekanlar da tacize uğramaları muhtemeldir. Yazıyorum diye kızabilir belki ama kuzenimin poposu az kadın eli görmemiştir bu ortamlarda bizi korumaya çalışırken :D:D

Meşhur Catamaran'ı resimleriyle anlatacağım size. Benim fikrim orası Türkiye'de bir yer değil. İşin aslı berbat bir ortam. Travestiler dans ediyor genellikle üstsüz olarak ve birbirlerini okşayarak.Figürler falan erotiklikten çıkmış hertürlü fetişizm falan işin içine dahil olmuş durumda. Öyle ki ben bir müddet şoka girmiş bir vaziyette dans falan edemeyip bunları izledim. Fotoğraflarını da çektim gayet görgüsüz bir modda. Eğer oralardaysanız ve parmakla anaa meme diyen bir şaşkın gördüyseniz o benim efenim.
Yolunuz düşerse catamaran'a gitmeyin derken durumu da 1-2 foto ile özetleyeyim.






Özetle böyle bir ortam işte. Homofobik falan değilim. Yine de çok da haz eden bir insan olmadığım bilinir bu durumlardan. Ama kim olursa olsun para karşılığı şu duruma düşürülmüş olmaları beni üzdü. Belki resimlerden çok da net anlaşılmıyor ama bu işi yapmaktan mutlu olmadıklarını düşünüyorum. Belki de Türkiye'de daha kötü yollar dışında onlara bırakılan tek seçenek bu olduğu için oradalardı. :(

En çok eğlendiğimiz yer Halikarnas oldu. Nispeten daha elit bir ortamdı. Cuma gecesi olduğu için köpük banyosu olayına dahil olduk ve gerçekten çocuklar gibi şendik diyebilirim. Köpük olayı baya enteresan. Kafanıza kadar köpüğün içinde kalıyorsunuz. Arkadaş gurubu ile oradaysanız oldukça keyifli oluyor.
Şovlar da gayet iyiydi. Hiphopçı gençlerimiz oldukça başarılıydı. Dans eden ablalarımız sahneden fışkıran sular sonucu erotik bir hale büründüler ancak ortada sapkın bir durum yoktu. Göz zevkini bozan bir şey yoktu diyebilirim. Alandaki insanların da sahnede ıslanmaya dahil olması sonucu eğlenceli görüntüler çıktı ortaya. Bodrum'daki en eğlenceli gecemiz Halikarnas'ta idi. Zaten öyle çok eğlenmişiz ki ertesi gün gitmemiz halinde indirim alacağımızı öğrendik :)



Yok efenim sahilde mangal, hadi 'hadi gari'ye de gidelim derken tatil esti geçti.
En son 'hadi gari' de topukluya alışık olmayan ayak bileğimin sızım sızım sızlayışını hissettim. Ardından denizden gelen o esintiyle buz gibi olduğumu sezdiğimde şifayı kapacağımı düşündüysem de kabullenmek istemedim. Ertesi günden itibaren sahilde, evde, dışarılarda elimde peçetelerle hapşıra tıksıra gezmek durumunda kaldım. Benim bu hasta halimden en çok çeken insan tabii ki bulaştırdığım kuzenim ardından zaten kırk yılda bir görüşebildiğim ve tatile henüz gelen arkadaşım diloş oldu. Zira sürekli burda müzik sesi çok yüksek, yemek yiyelim, ay ben dans edemem,burnum acıyor, offf, hiç halim yok gibi şikayetlerime maruz kaldılar. Fora'da, Kule'de,Adamik'te ve yine White House'da cidden pek rahat vermedim sanırım. Mızmız küçük çocuklar gibi takıldım yanlarında ama dizimi kırıp evde oturayım da diyemedim.

Son gün hevesle denize gireceğimi düşünürken ağladı Bodrum ben gidiyorum diye...Üzülme dedim ama denize girmeme olanak vermedi. Buna olanak vermedi ancak enfes görüntüler verdi.



Sonunda döndüm İstanbul'a...İstanbul da beni sevinçten ağlayarak karşıladı zaten.
Aklımda hala o müthiş günbatımı...Gel de hak verme Halikarnas Balıkçısı'na.
Manzarayı gördükten sonra siz karar verin. İnsan nasıl geldiği gibi gidebilir bu şehirden? Aklını bırakmamak mümkün müdür geride?
Her ne kadar Sezen Aksu gibi kalbimizi olmasa da aklımızı Ege'de bıraktığımız doğrudur. Biz her yaz bir kere de olsa gider aklmızın bir kısmını bırakıveririz bu şehirde ondandır belki yarım akıllılığımız...
Buyrun manzarayı gördükten sonra siz karar verin!

14 Haziran 2010 Pazartesi

Taze Blog'um :) ve horoz !!!

Eh finaller bitti, D gelsin diye dualar ettiğim bir dersimin C- geldiğini sistem açığından yararlanarak gördüm. Yarın gece Bodrum'un güzelim havasında soluklanacak bir insan olarak şu 24 saat için kendimi boşlukta hissederek haydi başlayayım blog yazmaya dedim.

İlk konumu komşunun horozu olarak belirledim. Bilmeyenler için söylemekte fayda var İstanbul gibi bir şehrin gayet ortalarında bir yerde ufacık bahçeli mini bir müstakil evde yaşama şansına erişenlerdenim. Vakti zamanında ebeveynlerim insan toprağın sahibi olmalı azizim anlayışıyla bir şekilde bunu başardılar. Haliyle komşular ve komşuluk ilişkileri falan henüz çok da ölmemiş bir mahalle. Bahçelerinde kümesleri falan var. Ben bu noktada geçmişte yaa anne bırakın bahçeyi falan dediğim günleri içim sızlayarak anıyorum. Zira haklıymışım gerçekten.



Çıldırıyorum horoza, saati yok bir kere. Abuk subuk saatlerde inanılmaz çirkin bir sesle ötüyor. Gece 1-2 gibi başlıyor mesaiye, sabah uyur diye bekliyorum ama olur mu öğle saatlerinde de aktif kendisi. Hayvan seven bir insanım ki platoniklerimi hep hayvanlardan seçerim bilirler :) Ama yeminle bu horoza katlanamıyorum.

İlk aklıma gelen al bıçağı git daya gırtlağına oldu.Elimde bir bıçakla horoz katili resmimi görür gibi oldum. Sonra yakalanırsam ayıp olur diye düşündüm. Acaba diyorum böyle irisinden bir mahalle köpeği yanlışlıkla bahçeye mi girse? Arka bahçelerimizin kesiştiği evdeki küçük afacan (hatta afacanlıktan ölecek kerata) çocuğa geçenlerde kaybolan misketini bu horoz yutmuş, hala karnındaymış gibi bir hikaye mi uydursam. Hem suçlu da horoz olur o zaman. Yanına en çıtırından bir piliç falan mı alsak, hani belki mutlu olursa ötmez o kadar çok. İçten içe dikkat çekmeye çalıştığını sezer gibiyim çünkü. O zaman da civciv falan olur onlar da bik bik hiç susmazlar şimdi.
Evet, Sabancı'dan uzakken tek derdim komşunun horozu...Ama yaşamayan bilmez o ses cidden katlanılır bir ses değil.

Komşularımın da teknolojiyle araları yok ama sormak istiyorum hani vakitsiz öten horoz kesilirdi? Bu horoz niye hala yaşıyor? Nedennn ulaannn???

KGK