21 Ekim 2012 Pazar

Müşfik Kenter'den



Hep bir yerlere, bir şeylere yetişme telaşındasınız değil mi?
Hiç vaktiniz yok, "Fast live", "Fast food", "Fast music", "Fast love"... 
Dikte ettirilen "yükselen değerler", "in" ler, "out" lar... 
Buna benzer bir odada, şanslıysanız gökyüzünü görebilen bir pencere ardında bitecek hepsi.
Dostluğu klavyelerinde, yaşamı monitörlerinde arayanlar, Size sesleniyorum!
Hangi tuş daha etkilidir ki sıcacık 
bir gülüşten ya da hangi program verebilir bir ağaç gölgesinde uyumanın keyfini? 
Copy-paste yapabilir misiniz dalgaların sahille buluşmasını?
İçinizi ısıtan gün ışığını gönderebilir misiniz maille arkadaşlarınıza?
Sevgiyi tuşlarla mı yazarsınız?
Öpüşmek için hangi tuşlara basmak gerekir? 
Ya da geri dönüşüm kutusunda saklanabilir mi kaybolan zaman?
Doğayı bilgisayarlarına döşeyenler, neden görmezsiniz bahçedeki akasyanın tomurcuklandığını?
Ve ıslak toprak kokusu var mıdır dosyalarınız arasında?
Koklamak, duymak, dokunmak, yok mu yaşam skalanızda?
"Bilgi toplumu oldunuz da, duygu toplumu olmanıza megabaytlarınız mı yetmiyor?
-Müşfik Kenter-


18 Ekim 2012 Perşembe

Kaos

Amansız bir boşluk...
Öyle bir boşluk ki bu sanırsın kıyamet koptu kopacak.
Dünya durmuş ya da yer gök girmiş birbirine deseler
Kıpırdamayacak kılım.
Kendi çizdiğim çizgilerimde yürüyorum.
Hiçleşmişler
Hiçleştiler
Hiçleştirdiler...

Yalpalayan bir kedi ağaca tırmanmayı dener ve düşer
Düştüğünü bile anlamaz
Öyle bir çizgi varlık ve yokluk arasında...
Sanki zaferlerinin hepsi anlamsız.

Cümleler var.
Kelimeler havada askıda kalıyor.
Duyuyorsun, dinliyorsun ...
Biliyor ve istemiyorsun.
Varlar yok .
Kandırmışlar.
Hem çok seviyor
Hem de hiç seviyorsun.
Kendini de, onları da, ötekileri de.
Umrunda olan ne?

O yol, haritanda yok senin.
Sen yanlış bir şehrin haritasıyla olmayan bir şehirde yürüyorsun.
Sendeledikçe dökülüyor yaprakların.
Ruhun iç çekiyor, acı hissi bile duyamıyorsun.
Nefes alır halde ayrısın bu yaşamdan,
Belki de ölüler nefes alıyor sense nefessiz yaşıyorsun.

Uçurumlardan atlarken kaybettiğin kanatlarınla engin denizlerde koşuyorsun.
Herkes herşeyi biliyor ya hani
Sen bilmiyorsun.
Ben bilmiyorum.
Herşeyi bilen aslında hiçbir şey bilmiyor.

Bir sen anlıyorsun.
Ya da herkes anladığını iddia ettiğinde sen anlamıyorsun.
Kaos.

16 Ekim 2012 Salı

Delilemeler

-Yeterince zeki olsaydım, salağı oynamakta bu kadar zorlanmazdım...

-Neden salağı oynamaya çalışıyorsun ki?

- İnsanlar... Onlar zeki insanları sevmiyorlar. Yalan söylediklerinde yakalanmak huzursuz eder onları. Bir tek onlar akıllı olsun istiyorlar, herkesi kandırabilsinler falan.

- İnsanlar neden seni sevsin istiyorsun?

- Sevmeseler de nefret etmesinler. Yoğun nefret... Nasıl desem, yakıcı bir duygu. Biri senden nefret ettiğinde ya da sen birinden nefret ettiğinde çirkin bir his yaratıyor. Sanki oksijensiz kalmışsın gibi, ya da yutkunduğunda tuhaf bir gaz yakıyorcasına nefes borunu. Nefret çok yoğun bir duygu. Ben pek nefret edemiyorum. Ama insanların nefretle yapabildikleri işler beni korkutuyor. Onlardan çok korkuyorum bazen.

- Salak mısın peki?

-Deniyorum. Tuhaf bir ortada kalmışlık. Yani ne salağı oynayabilecek kadar zekiyim ne de gerçekten salak olabilecek kadar salak. Konuşuyorum ama anlamıyorsun, anlamıyorsun.

- Anlıyorum. Deniyorum en azından.

-O da bir şey. Biliyor musun çoğu zaman denemezler bile. Boş dinlerler. Çünkü sen ne anlatırsan anlat bir an önce sözün bitsin de onlar kendilerini anlatabilsinler isterler. Herkes dinliyor ama dinlemenin amacı çoğu zaman anlatmak için hak kazanmak. Konuşabilmek için dinliyor taklidi yapıyorlar. Böylece kendileri de anlatmak için vicdanlarında yer açıyorlar.

-Yorucu olmalı.
-Ne dinlemek mi?
-Hayır, hayır ... Bu kadar egoyla yaşamak.
- Belki, belki de daha kolaydır. Ben yapamazdım. Ben unuturum. Ben çok unuturum.
-Herşeyi mi unutursun?
- Hayır. Sadece kötü hissettiğim şeyleri. O yüzden nefret edemiyorum. Biri bana kötü bir şey yaptığında üzülüyorum. Çok üzülüyorum. Sonra zaman geçiyor. Kötü hissim geçiyor. Herşeye rağmen sevebiliyorum. Ama en çok köpekleri seviyorum. Onlar kötülük yapmazlar. Isırdıklarını iddia ediyorlar ama tehdit hissetmeyen hiçbir hayvanın saldırmadığına inanıyorum. Özellikle köpekler, onlar çok başkadır. Bambaşka...

-Onları bu kadar özel kılan ne ?
- Onlar koşulsuz sever. Onlar seni sen olarak sever. Köpekler beklentisizdir. Sen onu besliyorsun diye değildir sevgisi. Belki de öyledir bilmiyorum. Ama hiç ihanet etmezler biliyor musun? Sahiplenilmek isterler, sahiplenirler.

-İnsanlara geri dönelim hadi.

-Onlara dönmek istemiyorum.

-Ama köpeklerden bahsetmenin yararı olmayacak. Kimden nefret etmek istiyorsun? Bana onu anlat.

- Bilerek zarar verenlerden. Kötü olanlardan diyeceğim ama çok muğlak kalacak öyle değil mi?

- Sence kötü insan kimdir, insan ne yaparsa kötü olur?

-Hmmm... Birine zarar veren kötüdür. Sadece fiziksel anlamda değil, duygusal olarak zarar veren de kötüdür. En kötüsü de bilerek, planlayarak bunu yapanlar. Bence bir hırsızla senden bir hissi çalan insan arasında bir fark yok. Biri televizyonunu çalıyor bir diğeri güveni. Ortada çalınan bir kavram var ikisinde de.

12 Ekim 2012 Cuma

Satürn gitmişti hani?

Gitti demişlerdi, bilmem kaç yıl yok. Rahatlamıştım.
Peki bu üst üste gelen olumsuzluklar neyin nesidir?

Bugün benim doğum günüm...
Ve ben doğum günlerinden hiç hoşlanmam.
Anlamsız bir hüzün kaplar beni.
Kafamda geçmişi sorgulayıp dururum. Ne istiyordum, ne elde ettim, neler öğrendim, ne kazıklar yedim, ne yanlışlar yaptım vesaire.
Sonrası için ne istiyorum?

Yine aynı moddayım.
Pek çok iyi kötü şey yaşamışım.
Yanlışlar, doğrular, güzel anlar...
Çok sevdiğim insanlar...
Yolda kayıplar olmuş, kazanımlar olmuş.
Geçen sene bugünü düşündüm yine. Hep öyle yaparım; bir önceki yıl aynı saatlerde neredeydim, kiminleydim, ne yapıyordum gibi durumlar.

Çok sevdiğim insanlar var ve tercihlerimle gurur duymama sebep oluyorlar en az onlarla gurur duyduğum kadar.
Bu his,
her sene gelip yüreğimin üzerine kocaman bir su aygırı oturmuş gibi hissetmeme neden olan şey...
Bunu çözdüğüm sene, herşey başka olacak, biliyorum.
Ve o sene bu sene değil.

En güzeli, sorgulamaları kenara bırakıp, akşam çıkıp, en bencilinden bir gece çalmak hayattan.
Zamanı umursamadan, ne yaptığını bilmeden eğlenmek.
Sorun istemiyorum bugün...
Geçmişten gelecekten sesler sızmasın hayatıma.
Ben böyle güzelim, falan filan...

9 Ekim 2012 Salı

Sevgi

Sevginin dört özelliği vardır;

1. Sevgi SESSİZDİR.
2. Sevginin bir GÜNDEMi, HESABı yoktur.
3. Sevgi ŞİŞİNMEZ, KENDİNİ ÖVMEZ.
4.Sevgi diğer üçünü mükemmel bir biçimde kullanacak bilgeliğe sahiptir.

Yuvaya Yolculuk(Carroll L.) adlı kitabın bir bölümünün özetinin özetidir.



8 Ekim 2012 Pazartesi

Perde

Şimdi gün, dün ve yarın..
Bir yolun başındayım.
Uçurumdan bıraktım sırt çantamı.
Bir kaç dakikalık dinlence.
Unuttuğum bir kaç hece.
Anılarda kalan gülümsemeler...
Ben hiç böyle gitmedim.
Sessizliğim...
Düşlerim...
Sıfırlanmış bir ekran gibi hayat.
Baştan , en baştan başlamak.
Bazen istemesen de yaparsın.
Mümkün değil yaşananları yaşanmamış kılmak.
Ellerini açık bırak.
Gözlerini kapat.
Perdeler...
Kapanışıydı bu oyunun.
Tekrar görüşmek üzere,
Ara bir süre.

4 Ekim 2012 Perşembe

Rahatlama yazısı

İnanılmaz sinirliyim şu anda. Yazmazsam rahatlayamayacağım biliyorum. Belki yayınlamam, ama yazmam lazım.

Az evvel, çok değer verdiğim ve geçmişi yalan yüklü sevdiğim bir insan yine bir yalanla yakalandı.
Ki sözü vardı bana. Gerçek ne kadar hoşuma gitmeyecek olursa olsun, hep doğruyu söylemeye sözü vardı.
İşin aslı o sözden bu yana defalarca ufak ufak yalanlar söyledi ama hep bahaneleri vardı. Yedim. Yemedim aslında ama kötü niyet yok diye geçiştirdim kendi içimde.
Birikmiş olacak ki bu defaki de aslında önemsiz bir yalan.
Normal şartlarda insanların umursamayacağı bir şey belki.
Belki yine geçiştirirdim özür dileseydi.

Ama tepki verip yalan söylüyorsun dediğimde bir de kalkıp zayıf hafızamdan yararlanarak yalan söylemediğim bir konuda beni yalan söylemiş ilan edince dayanamadım.
Evet sabırlı bir insanım, kolay kızıp kolay sakinleşiyorum.
Çoğu zaman pişman oluyorum kızgınlık tepkilerimden.
Suçlu olmadığımı düşünsem bile özür dileyebiliyorum.
Çünkü değer veriyorum karşımdaki insanla olan iletişimime.

Ağır geldi bu ufacık yalan. Kaldıramadım, kaldıramıyorum.
Sinek küçük ama mide bulandırdı bu defa.
Üstelik beni defalarca bencillikle, egoistlikle suçlayan bir insanın, benim için önemli bir dönemde böyle bir harekette bulunması ayrıca canımı sıktı.

Bir süre sadece yapmam gerekenlere odaklanmak istiyorum.
Kendime çaba harcamak istiyorum.
Öfkeliyim, soğusun istiyorum.
Kendimi sorgulamak istiyorum.
Ağlamak istiyorum çünkü enerji anlayışıma göre tüm bu yalanları insanlara olan güvensizliğimle ben çekiyorum kendime. İşin özünde yine kendimi suçluyorum anlayacağınız.

Net olmayan herşeyden nefret ediyorum.
Bana yalan söylendiğinde hakaret edilmiş gibi hissediyorum.
Ha bir insan yalan söylemiş, ha kalkıp bana küfür etmiş.

Huzur, tek beklentim bu huzur.
İnsanlara dair ise hiçbir beklentim yok, aranızdan çekiliyorum.

1 Ekim 2012 Pazartesi

Doğrular ..? Siz, biz, onlar ...ben almayayım!


Yukarıdaki çok bilinen bir ilüzyon örneği. Aslında gördüğümüz kalın iki çizgi birbirine paralel. Biraz bu tür şeylere aşina olmak ya da eline düz bir nesne alıp karşılaştırma yoluna gidebilecek herkes bunu söyleyebilir. İlk defa karşılaşan bir insanın ise tepkisi iki çizginin paralel olmadığı yönünde olacaktır. 
Neden mi böyle bir giriş yaptım ?
Bu yazımda kişisellikten bahsedeceğim, neye göre kime görelerden bahsedeceğim. Sizin doğrunuz başkaları için doğru olmak zorunda mıdır, ve size yanlış gelen herkesce yanlış olmak durumunda mıdır konusundan söz edeceğim. Toplumu sokacağım yazımın kıçına başına.


Bugün bir arkadaşımla konuşurken, yakın bir arkadaşımla yaklaşık 2 yıl kadar konuşmamamıza sebep olan bir tartışmamızı hatırladım. Unutmuştum aslında tartışmanın sebebini, bugün biraz zorlayınca hafızayı ortaya çıktı. O dönem çevredeki herkesi eleştiren grup arkadaşlarıma çok önyargılı yaklaşımlar bunlar, herkesi eleştirmek zorunda değiliz demiştim. Olay burdan büyümüş bambaşka noktalara gelmişti. O ana kadar neden bunu farketmemiştim, o an böyle bir aydınlanma yaşamama sebep neydi bilmiyorum.

İnsanız sonuçta, eleştiriyoruz deliler gibi, onun şusu kötü, bu çok şöyle, bilmem kim de biraz şöyle böyle, vesaire... Peki biz ne kadar doğruyuz?
Doğru nedir peki? 2+2=4 şeklinde kurallar mı var hayatta ?
Ne zaman bu kadar bilimsel hayatlarımız oldu bizim?
Ne zaman mükemmel olduğumuzu zannettik de başkalarını eleştirmekten eşek sudan gelinceye kadar zevk alır olduk?
Eleştirmenin sadece olumsuz olduğu anlamını kimler doldurdu beynimize? 
İyi bir şey söylediğimizde kompliman, gaddarca yanlışları ortaya koyduğumuzda (tabii ki bizce yanlışları) eleştiri mi oldu yani?

Türkiye riyakarlığı ...
Diğer toplumları yüceltip kendi ülkemi aşağılamak için söylemiyorum bunu. Diğer toplumlarla bir alakam olmadığı için, kendi ülkemi iyi bildiğim için söylüyorum. Hani % bilmem kaçı müslüman ülkemden söz etmek istiyorum. Sözde herkes inançlı. Öyle tuhaf bir inanç ki birine yardım etmeyi zayıflık kabul eden bir inanç haline gelmiş. Öyle bir ortam ki türbanlı, türbansız, sağcı, solcu, türk, kürt, sünni, alevi gibi gruplara ayrılmış. Sokaktaki hayvandan, doğadaki ağaca kadar her yaşayan canlının ölümünü isteyen, hatta bence özünde kendisi de ölmek isteyip sırf ayıp, günah diye kendini öldüremediğinden zorla yaşayan bir toplum. 

Öyle çirkin bir toplum ki en bağnazı eşini bir evde oturturken yan eve utanmadan dostunu oturtan. Ve bunu yaparken karşı apartmanda hayatında başkasına bakmayan bir çifti evli değiller diye, imza atmamışlar diye eleştirme hakkını kendinde bulan. Ulan kimin yaptığı zina acaba? İnandığını mı kandırıyorsun demezler mi adama, kimi kandırıyorsun lan? Öyle bir toplum ki birine tecavüz ettiğinde utanmayıp, tecavüz edilenin utanması gerektiğini hatta ölmesi gerektiğini savunan. İğrençlikte nesilden nesile de bu doğru(!) larını aktarmayı kendine görev edinmiş. Töre dediği şeyin törenin özüyle alakası kalmamış bir toplum. Cinayet getiren töre mi olur hangi gerizekalı uydurmuş da hangi gerizekalı buna inanıyor Allah aşkına?
Doğru dedikleriniz çoğu zaman doğru değil. 
Sen sokakta gördüğün aç insana yardım eli uzatmıyorsan, evinde mal yığıyorsan, mezara kefeninden öte bir şey götüremeyecekken mal hırsı bürümüşse gözünü sen inançlı falan değilsin. Kaza olmuş, yaralı var, polisle başım belaya giriyor diye kaçıyorsan inancı da geçtim insan değilsin. 
Komşun buz gibi evde donuyorken, o ateiste battaniye bile vermem diyebiliyorsan sen müslüman değilsin bence. Elbette ki büyük Allah'ım bilir, adaleti de sonsuzdur ancak benim inanasım gelmiyor sizin inancınıza da insanlığınıza da.
Toplum...
Öyle ya hem de yüzde bilmem kaçı inançlı toplum.
Peki bu toplumun yüzde kaçı insan?
Allah aşkına bana bunun cevabını verin?
Toplumsal baskı sebebiyle ne kötülükler yapıyorsunuz? 
Ya da yapabilecekken hangi iyilikleri yapmıyorsunuz?
Yarın bir gün öyle bir hale gelsek, toplumda eli gözükeni öldürmemek çok büyük ayıp ilan edilse ona da uyacak mısınız?
Sizin doğrularınız mı doğru, topluluğun doğruları mı?
Allah aşkına kimsiniz siz?
Biz kimiz?
Onlar kim?
Hangimiz insanız?

Bunu bir sorgulayın derim.

Bilerek ve isteyerek bir kere bile ciddi( ciddisi de nasıl olursa artık) bir kötülük yaptıysanız, bir canlıyı üzdüyseniz, kırdıysanız, zarar verdiyseniz, kurtarabilecekken kurtarmayıp, yardım edebilecekken el vermediyse; kusura bakmayın ben ne bizdenim ne de sizdenim.

Eyvallah, ben insan dışında herhangi bir canlı olmayı kabul ederim. Yeter ki şu inançlarla siz kimseniz ben onlardan olmayayım.