6 Aralık 2014 Cumartesi

EY ÖZGÜRLÜK


Şimdi ben bir bira açtım ya perdeleri kapandı sahnenin. Şimdi ben kuliste kendimleyim. Ve şimdi ne para önemli benim için, ne başımı soktuğum bu duvarlar ne de örseleyen saçma sapan yargılar...

Ben şimdi bir bira açtım ya huzur geleceğine melankoli çöktü üzerime.
Sistemle derdim var.
Dünya düzeniyle derdim var.
Reddetmek istediğim kurallarınız, düzeniniz, çizelgeleriniz var.
Saat sisteminizi bile sevmiyorum.
Uymak zorunda olduğum kalıpların hepsi boğuyor beni.
Komik olan ise; ufak tefek kendimce küçük yaramazlıklar dışında koyduğunuz tüm kurallara uyuyorum. Ama sıkıldım, epey sıkıldım. Mantığınızı ve sisteminizi siksinler e mi?
Ah bak seksist diyecekler şimdi de. Aslında herhangi bir seksistlik yok küfürümde ama sizin o ataerkil sığ beyinlerinize bunu idrak ettiremeyeceğim. Ve hayır feminist de değilim.

Merhaba Dünya,
ben sistemdeki çarklardan sadece biri.
Düşünen ama bir bok yapamayan çark.

Ben uydum kurallara. Yıllardır koyduğunuz 24 saatlik gün saçmalığında adım adım izledim insanlık paterninizi. Öyle ya sağa sola musallat olurdum, it olurdum kopuk olurdum belki.
Anaokulu, ilkokul, lise, (boş kalıp devletimize zeval olamayalım diye) üniversite. Sonra işte her çark gibi kendimi çalışır buldum. Ah hayır kesinlikle plaza insanı da değilmişim içimde yokmuş. Siz "oha sevgilin yok mu? Evlen artık" gibi nidalara falan başladınız sonra. Benim içimdeki 27 yaşındaki zıpır ise al bu plaza, koca dediğin de götüne girsin diyerek yalın ayak Küba'ya kaçmak istiyor. Arjantin'e gitmek istiyor. Sonra Mısır'a gitmek istiyor. Ardından yağmur ormanlarında adrenalini damardan almak istiyor. Ve ver elini Meksika. Rusya'da donmak, Fransa'da lisanın müziğini dinlemek, Çin'de girilmeyen beyaz piramitlere haydutçasına süzülmek istiyor. Benim canım her yeri görmek, gezmek, özümsemek ve yaşamak istiyor.
İleride ne olacağım korkusuyla bizi hapsettiğiniz, kendimizi mecbur hissettiğimiz bu kariyer aldatmacasını da alın bir tarafınıza sokun demek istiyor. Yapamıyorum. Oldukça patavatsız olmama rağmen yapamıyorum. Nitekim o özelliğimi de törpülediniz. Tebrikler. Artık kimsenin yüzüne bakarak küfür etmiyorum, sen ne kötüsün demiyorum. Ama intikam olarak artık iyi cümleler de kurmuyorum. Sen ne güzelsin de demiyorum. Antidepresan gibi bir sistem...
Kümülatif olarak büyüyen küresel mutsuzluk ve mutluluğu ortalamanın yolunu bulmuşsunuz. Gerçekten harikulade.

Ben kimsenin beğenmediği resimler yapmak istiyorum, pek çoklarına berbat gelecek sesimle o anda uydurduğum şarkılar söylemek. Ben okunmasa da var olacak kitaplar yazmak istiyorum.
Bazen günlerce susmak bazen de alabildiğine konuşmak istiyorum.
Bilmediğim yerlerde kaybolmak, bildiğim yerleri yeniden yaratmak... Dans etmek, sabahlara kadar dans etmek istiyorum.
Ama enerjimi aldınız, alıyorsunuz.
Tebrikler.
Tükettiklerimi anlamsız buluyorum.
Tüketmeyi anlamsız buluyorum.
Ama büyülenmiş gibi kendimi yeni kıyafetler denerken buluyorum.
Öyle ya güzellik önce yüz ve vücut güzelliğimizle ilgili sonra da üzerimizdekilerle.
Aslında güzellik ne kadar beğenildiğimizle doğru orantılı.
Ne komik bir sirktir Allah'ım.
Ve kendi kendime bile nasıl güzel çelişiyorum.
50-55 yaşıma geldiğimde kimseye muhtaç olmayayım diye ömrümü sana satıyorum sistem.
En güzel en enerji dolu yıllarımda uyumak istediğim saatlerde hiç istemediğim bir yere ve bazen hiç içimden gelmeyen gülümsemeyle dönüşüme katkıda bulunuyorum.
Sonra yine hiç istemediğim saatlerde eve dönüp, saçma sapan bir erkenlikte uyuyorum.
Çünkü sistem beklemez.
Çünkü o çark dönmek zorunda.
İnsanları mutsuzluğa o kadar boğmuşlar ki aralarda verilen mutlulukları büyük ödüller gibi kabullenmeye başlamışız.
Oysa ne kadar basitti hayat.
İstediğin zaman istediğin gibi davranabilmek.
Şimdi birbirine çok benzeyen maskelerle, aynı maskeleri takan insanların balosunda vals yapmakla geçiyor ömürler.

Özgürlüğümüzü satın alabilmek için ederinden daha azına hangi noktada satmıştık özgürlüğümüzü?
Kendi kendimize taktığımız kelepçelerin anahtarlarını kendi cebimizde mi taşıyoruz?

Her gün riyakarlıkları komik sıradan sistem insanları görüyorum sabah aynaya baktığımda kendimle başlayarak.
Ruhumu sığacağından çok daha dar bir alana tıkıştırmış olmalıyım ki bol bol hissediyorum tutsaklığımı.
Amaçsızca geziniyorum sağda solda eğer sistemin benden bir beklentisi kalmamışsa o sırada.
Nereye kadar bilemiyorum.
Bir zamanlar nasyonalist olan kimliğim şimdilerde devleti, milleti, her türlü illeti reddetmekte ve içimde anarşi hızla büyümekte.
(Üzülme şemsettin sandığın gibi devletini milletini bölmeye yeltenmiyorum benim zorum dünya ve insan düzeniyle.)

"Ayda yılda bir kaçamak"lar yetmiyor bana.
Adım adım büyük buhranıma yaklaşıyorum.
Ben değilsem de sanki ruhum yavaş ve kati bir intihar yolu seçmiş gibi.
Sanki ruhumu sisteme teslim ediyorum.
Çırpınışlar bitmedi, bitmeyecek derken mantığımın sesi yükseliyor:
"Öldür artık don kişot'u! sistem asla çökmeyecek!"

Ve gri binalar arasından süzülürken siluetim bedenim aynı kapılardan geçip, kirli ruhları örtmekte beceriksiz parfüm kokan cesetlerle birlikte asansöre yöneliyor. Çıktığım katta ekranımı açıp günlük rutinime dönüyorum.
Gözlerimde dün varolan ışığın söndüğünü, bir kerede bende yiten onca şey olduğunu kimse farketmeden sessizce çarkı çevirenlere katılıyorum.

Ay sonu gelecek.
Öyle ya...
Doğumlar, ölümler...
Gerizekalılığından nefret ediyorum insanoğlu.
Neyi paylaşamadınız?
Herşeyi eşit paylaşsaydık, kuralsızlığın, özgürlüğün, düzensizliğin refahını sürseydik ya.

Ben tüketemeden kelimeleri siz anlatma, konuşma şevkimi yitirttiniz.
Ah sinapslarda kopmadı işte o iletişim.
Bitmiyor ve düşünceler gitmiyor.

Ok kib bye






9 Ekim 2014 Perşembe

Gündeme dair


Geçmişten bugüne sağlam Türk milliyetçiliğinden İnsancıllığa geçiş yapmış bir insanım. Ama PKK savunan destekleyen her kürt arkadaşım ulan acaba yanlış mı yaptım? Kendimce insani bir ilerleme kaydettim derken harbiden her Kürt PKK lı idi ve ben bunu göremedim mi dedirtmeye başladınız. Ben Türkiye Cumhuriyeti evladıyım, ben osmanlı torunu falan değilim. Bildiğiniz Türkiye Cumhuriyeti çocuğuyum. Atatürk'ü putlaştırmayan bir insan olmakla birlikte ortalamanın üstü olan zekam çok şükür okuduklarımı irdelediğimde kendisinin bir ülkenin başına gelebilecek harika bir lider olduğunu çıkarabiliyorum. Mezhepsiz bir müslümanım. Yani mezhepçilik yapmam, sünnisi hanefisi alevisi vs hepsi bir bende. Ateiste de inançlıya duyduğum saygıyı duyarım. Ulan ben bu halde bir insan iken sizin benim çocukluğumdan itibaren, nedense hep yoksulun garibanın gönderildiği doğudaki askeri katleden ve ettiren apocuk dediğiniz şerefsiz soysuz pezevengin resmini paylaşmanız, benim ülke sınırımı değiştirmeye çabalayan, ülke içinden ülke çıkarmaya çalışan, tam tabiri ile yediği çanağa sıçan sonra dönüp yine yiyen PKK denen terörist örgütü destekleyenleri savunmanız, bunu, bu katilleri barış, devrim, özgürlük kelimelerine buluyor olmanız içimde öfke uyandırıyor. Ulan diyorum ben mi yanlış yaptım? Acaba insanın yaradılışı insancıllık kavramına çok mu aykırıydı? Bende bu öfke nöbetlerine sebep oluyorsanız kim bilir okumayan, fanatik, vatan millet sakarya anlayışına körü körüne inanmış o insanlarda ne hisler yaratıyorsunuz? Onu geçtim, Türkiye'de zamanında sağ-sol, dinci-dinsiz vs şeklinde çıkarılan ayrıklığın bu defa Türk-Kürde çevrilmeye çalıştığını sadece ben mi hissediyorum. Komşuyu komşuya düşürüyorlar. Ha ayrıca evet kimse ölmesin ama PKK - YPG vs benim toprağımda gözü olan, benim insanımı öldürene karşı buyur kardeş vur diyecek kadar müslüman da olamamışım insan da anlaşılan. 
Diyeceksiniz ki bizim de dağdaki kardeşlerimiz ölmedi mi? Ulan hangi ülke toprak isteyene buyur kardeş bu parsel de senin olsun der? Öldürür tabii. git Başka bir ülkeden toprak almaya çalış bakayım ambalajlayıp çantana mı koyuvereceklerdi? Gel benim evime yerleşmeye kalkış, 2 odası artık benim de. Verir miyim sanıyorsun? Bir saçmalamayın artık ya. Efendim orada insanlar ölüyor diye benim ülkeme zarar veriyorsun. Gezi olaylarındaki zarar neydi şimdi ne? Gerçekten orada da çevreye zarar verenler varmış ve bu tayfadanmış onu anlıyorum şu anda. Belli yerlere zarar verdin hadi tepkidir dedim. Okul nedir lan Allah'ın öküzü? Hani devrim, hani özgürlük? Dövlet bize okul yapmiy de yık, tohtor yok de sana gelen doktoru tehdit et tartakla vs vs ... ne istediğinizi biliyor musunuz? Peki ne istediğinizi açık açık söylecek kadar cesur musunuz? Söyleyin biz de bilelim. 
Beyin çok güzel bir organ kardeşler, keşke herkes sahip olsa!

6 Ekim 2014 Pazartesi

Gölge kavgası

Bu kadar kırılgan olmaktan nefret ediyorum.
Bu derece hassasiyet, tüm bu duygusallık midemi bulandırıyor.
Zayıflıklarımı gördükçe sinir oluyorum kendime. Üstüne üstlük tüm bu halime rağmen başı dik meydan okuyan o riyakar halimden de ekstra midem bulanıyor.

Ne kendimi kabullenebiliyorum ne de olduğum gibi evet ben böyleyim diyerek oturabiliyorum.
İçimde durmak bilmeyen bir savaş var sanki. Güçlü olmak için yırtınan, öyle olmaya çabalayan, kimseye ihtiyacım yok benim naraları atan yitik bir yan var.
Sonra bir de kedi gibi birilerine sokulup, tüyleri okşanırken mırıldanıp, sırtını güvene dayamak isteyen bir aksi kadar yumuşak bir yan.

Yorgun düşüyor insan kendindeki savaşlardan...
Ve ben çok yorgun hissediyorum bu ara.
Fiziksel dinçliğimin aksine, ruhum epey kırışmış durumda anlaşılan.

Bazen o kadar üzülüyorum ki kahkahalar atıyorum, çok komik bulduğumu söylüyorum durumu. Korkuyorum çünkü. Zayıf olduğumu kabul edersem daha çok zayıf olurmuşum gibi geliyor.
İnsanın kendi gölgesiyle ettiği kavgadan daha çokne yorabilir benliğini?
Varsa söyleyin ben daha fazlasını bilmiyorum.
Ben artık hiç bir şey bilmiyorum.
Ben çözemiyorum, çözmek istemiyorum.

İyi niyetle ya da kötü niyetle bazı kişi ve olaylar hep mutsuzluk getirir.
Ben bir tek bunu biliyorum son durumda.

Ve işte şimdi yine, en dik en cam halimle yine meydan okuyorum önüme konulan hayata..
İçimdeki cam kırıkları her adımda daha çok bi tarafıma batıyor olsalar da,
ben yine ayaklanıp yürüyorum.

"Güzelleş be oğlum ölene kadar hayattasın" sesi yankılanıyor...
Ben güzelleşiyorum, ben yürüyorum, ben hepinizden yine cayıyorum.
Çünkü bağlanmazsan hiç acımaz canın demişlerdi.
Elimde bir makasla var olan her türlü bağıma saldırıyorumdeli bir kadın gibi.
Şimdi ben hepinize susuyorum...

19 Temmuz 2014 Cumartesi

Denklemdeki x kaybolunca

Kendimle başbaşa kalmayalı uzun zaman olmuş.
Aklımda yine pek çok konu birikmiş. Ertelemek çözüm değil azizim. Düşünülmesi gerekenleri istediğin kadar ertele. Er ya da geç düşünmek zorunda kalıyorsun.
Hayatımın pek çok döneminde muhafazakarlıkla, tutuculukla yaftalanmış olsam da yeniliklere açık bir insanım.
Ne komik dışarıdan bakan insanlar görünüşe, gezme tozma oranıma, takıldığım mekanlara vesaire aldanıp fazla açık buluyorlarken, hayatıma daha yakın, beni tanıyan insanlar sıkça biraz açıl cümleleri kurmuşlar.
Her türlüsünü deneyeyim derken bend ekafalar karışmış.

Hani bazen kim olduğunu, ne istediğini unutursun. Ne istediğini bilememezlik en büyük zorluklardan. Çünkü hedef yoksa, bir amaç peşinde değilsek yol alsak da nereye gittiğimiz belli olmuyor. Önce ne istediğime karar vermeliyim dedim kendi kendime.

Biraz kırgın uyandım bugün yakınlarıma. Yine kendi içimde sorgulamalar yaparken dönüp dolaşıp kendimi suçlu buldum :) Ben en çok kendime gülüyorum bu ara. Kendi içimde komik bir kızım sanırım. En çok kendime kızıyor olsam da yine en çok kendimi seviyorum. Bu ne yaman çelişkidir bilinmez tabii.

Bazen hayatım baştan ayağa değişsin isterken bazen de "aman bi dur kızım ya, iyi böyle" diyorum kendi kendime.

Bu hafta yine yeni yeniden büyük konuşmamak gerektiğini öğrendim. Hangi konuda büyük konuşsak itinayla başımıza geliyor sanki. Hadi bakalım buyur diyor birileri. Şimdi göreceğiz sen ne yapıyormuşsun aynı durumda. Tükürdüğümüzü yalayıp ama ben şu kısmını görememişim o cümleleri söylerken diyebiliriz. Ya da ben haklıydım al bak işte söylediklerime sadığım da demek mümkün.

Bilmiyorum çocuklar , kafalar fena karışık. O yüzden bir süre kendimle olmaya ihtiyacım var. Keza sevdiğim pek çok insan da son zamanlarda onlara vakit ayıramayışıma bir pasif agresif tepki olarak beni aramayı bırakmış durumdalar. Canları sağolsun.

Hiçbir şey anlatmayan ama çok şeyi söyleyen yazılar serime bir yenisini ekliyorum şu anda.
Boşverin beni, ben gideceğim yere yürüyerek de giderim :*

25 Mayıs 2014 Pazar

KIRILGAN - Murathan Mungan

Kırılgan bir çocuğum ben
Yüreğim cam kırığı
Bütün duygulardan önce
Öğrendim ayrılığı
Saldırgan diyorlar bana
Oysa kırılganım ben
Gözyaşlarım mücevher
Saklıyorum herkesten
Ürküyorlar gözümdeki ateşten
Ürküyorlar dilimdeki zehirden
Ürküyorlar o dur durak bilmeyen
gözükara cesaretimden
Diyorlar: Bir yanı sarp bir uçurum,
Bir yanı çılgın dağ doruğu.
Oysa böyle yapmasam ben
Nasıl korurum içimdeki çocuğu?
Bir yanım çılgın nar ağacı
Bir yanım buz sarayı.

M. Mungan

16 Mayıs 2014 Cuma

bilmece

En dürüst olduğu insan bendim,
Ki bana da yalanlar söylerdi.
Anlayamazdım şeytan mı melek mi,
Etrafındakilere hep zarar verdi.

11 Mayıs 2014 Pazar

Depresyon gelir

Depresyondan 24 saatte sıkılabilen bir insan olarak uzun zaman sonra ilk defa ciddi anlamda depresyondayım sanırım. Zaten bir şeyler yazıyorsam ya çok mutsuzumdur ya kırılmışımdır ya da kızgın ve tepkiliyimdir ben. O yüzden iç açan mutluluk veren yazım çok fazla yok. Ben galiba mutluyken çok kullanamıyorum kelimeleri.

Sebep yok, 
ve aslında çok fazla sebep var...
O kadar çok şeye kırgınım ki kendi içimde.
Pek çoğunu kendi kendime bile söyleyemiyorum.
Hep böyle oluyor. Ben kırgınlıklarımı, hüznümü reddedip hayat gerçekten çok güzelmiş gibi yaşamaya devam ediyorum. Anlık üzülüyor sonra terkediyorum o ruh halini.
Zamanla birikiyorlar...
Ağırlık basıyor, canımı acıtmaya başlıyor beni üzen kıran herşey.
İşte o zaman şu an içinde bulunduğum ruh hali çıkageliyor.

Böyle biri kalbimi çıkarmış elinde tutup sıkıyor gibi bir his. Kötü bir hissiyat. 
Her an ağlayacak halde dolu gözler. 
Bazen bu haldeyken bile "Hilal topla kendini, hayat devam ediyor, herşey iyi olacak" diyerek atabiliyorum hüznü üstümden. Ama bu gün o bazenlerden değil. Bugün her türlü kırgınlığımla, kızgınlığımla yüzleşmeyi seçtiğim kendimi ince eleyip sıkı dokuduğum, neydim ne oldum, neler yaptım, hatalarım neydi dediğim, üzerimdeki umursamaz, bencil, kırılmaz ve örselenmez insan maskesini çıkarıp attığım zamanlardan biri.

Yorulmuşum oynamaktan.
Çok mutluymuş gibi yapmaktan, çok eğleniyormuş gibi gülmekten, istemediğim yerlerde olmaktan, asıl istediğimi bulamamışken her istediğime sahipmişim hevesiyle yaşamaktan tükenmişim.
Bu defa geçiştiremiyorum işte.
Olmuyor.
Ben bugün nankörlük etmek istiyorum hayatımda olan tüm iyi şeylere.
Ben bugün isyan etmek istiyorum.
Kızdıklarımı affetmemek istiyorum bugün.
İşin aslı avazım çıktığı kadar bağırmak, tükenene kadar ağlamak, bacaklarım hissizleşene kadar yürüme istiyorum başıboş bir halde.

Hayatımda olan, hayatımdan gelip geçmiş iyi kötü herkese sen burada bana dedin ben sana kırıldım, o anda şunu yapmıştın kırıldım, şöyle yaptın saygısızlıktı gibi içimde saklı tuttuğum tüm cümleleri sarf etmek istiyorum. Atamadığım tüm tokatları bir bir atmak istiyorum. 

Üzgünüm ya, epey üzgünüm.
Dolup taşma hali bu işte.

Huzur istiyorum...
İç huzurumu, kafası boş halimi geri istiyorum.
Bulutlar geçmeden gerçekten içimden geldiği için güldüğüm anları istiyorum.
Rağmenlere rağmen değil, özümseyerek sevmek istiyorum sevdiğim herşeyi.
Tercih yapmak zorunda kalmamak istiyorum.
Kararsızlıktan karnıma ağrılar girmesin istiyorum.
Kendi gölgemle ettiğim kavgalarım son bulsun istiyorum.

Sevmediğim insanlara "yavrucuğum bir uza" deme hakkı istiyorum.
Özlediğim insanlara çok özledim hadi kalk gel demek, sarılmak, bıkıncaya kadar sarılmak istiyorum.
Kendiliğimden uyandığım günleri özlüyorum. Saatlerce uyumak ve alarmsız uyanmak istiyorum. 
O kadar çok şey istiyorum ki ...
Bu kadar çok şey istiyor olmak umudumu da kırıyor.

Bir süre herkesten uzak kalmak da istiyorum.
Neyse böyle işte.

Umrunda mı zamanın benim küskünlüğüm?
     .



8 Mayıs 2014 Perşembe

Değer meselesi


 İnsanlara durduk yere, onlar istemeden bir şeyler verin; değer verin, ilgi, zaman hediye, para, heyecan vs. Sonra ansızın vermeyi bırakın. %99u kendiliğinizden verdiğiniz şey her ne ise onu vermeye mecburmuşsunuz da hata yapıp görevinizi yerine getirmeyi bırakmışsınız gibi size düşman oluyor. İşte bunu keşfettiğimiz gün aslında hayır demeyi öğrenmiştik. Çünkü insanlar hızla alışıp farkındalıklarını yitiriyorlar. Yaptığınız iyiliği, gösterdiğiniz iyi niyeti göreviniz zannetmeye başlıyorlar. O yüzden inanmayın bu iyilik iyiliği doğurur mavallarına, herkese hakettiği kadar değer verin. Bırakın haketsinler vereceğiniz değeri.

23 Nisan 2014 Çarşamba

...

...

Tip başlangıçta bir unsur olsa da er ya da geç büyüleyen ya da büyüleyemeyen 
şey hep karakter oluyor. Yoksa odana poster asmaktan ne farkı var.

...

6 Mart 2014 Perşembe

Eğer


Bir insanın fiziksel özelliklerine, mevkisine, parasına, giyimine, vs. aşık olduysanız, 

üzülmeyin,geçer çünkü daha iyisi her zaman vardır. 

Ancak bir insanın karakterine de aşıksanız, işte o hiç geçmeyecek.

;)

kgk

1 Mart 2014 Cumartesi

Kayıbımsı

Tam her şeyi yerli yerine oturttum diyeceği zamanlarda kaybolmuş hisseder ya insan işte öyle bir haldeyim. Melankolim gelmiş benim diyorum, yoksa bir sebep bulamıyorum şu ruh halime.

Cuma akşamı, yorgun halde eve geldim. İçimden bir ses yaşlandın mı lan çıksana dışarıya diyor. Ama istemiyorum. Sanki eskiden keyif veren şeyler keyif vermiyor hissiyatı.
Bir şey eksik ve ben onu hep yanlış yerlerde arıyorum gibi geliyor.
Böyle odada bir şey kaybeder ve her yere baktığımızdan emin oluruz ama yine de bulamayız ya öyle bir his. Sanki aynı yerlere tekrar ve tekrar bakıyorum. Gözümün önünde biliyorum ama bakıyor göremiyorum.

Sığ geliyor bu ara pek çok şey.
Ucuz geliyor pek çok insan ve tavır.
Pişman olabileceğim şeyler bulayım istiyorum.
Açıkçası çok bir pişmanlığım yok.
O kadar az risk almış hissediyorum ki kendimi buna pişman olasım tutuyor.

Sonra... Düşünmekten yorgun düşüyorum..
Sesler anlamsız, sözler anlamsız oluyor.
Bir silueti ellerimden düşürüyorum, bir bakıyorum ben oluyor, bir bakıyorum yok oluyor.
Sonrası boşluk...

Var olup da olmayan nedir ?
Sorusu olmayan cevaplar ve cevabı olmayan sorular buhranı.
Kendimi en çok da ben yoruyorum.
Bir kaç saatliğine açıp gösterebilmek isterdim beynimin içini.

Çok tuhaf bu huzursuzluk, ve bir o kadar garip şimdi çıkıp gelen bu eksiklik hissi..






26 Şubat 2014 Çarşamba

Merak

 Ben şimdi merak ediyor ve satırlarca yazıyorum...
O hiç tanımadığım insana.
Belki kilometreler var arada belki de bir kaç metre, kim bilir?

Bazen varmış gibi bazen ise hiç yokmuş gibi yaşıyorum.
Kimi şarkıları çift kişilik dinlerken kimi zaman sıfır kişilik oluyorlar.
Müzik enteresan şey.



Işınlanma keşfedilene kadar en güzel yolculuklar sadece melodilerle mümkün.

Bak gördün mü, en sevdiğim(iz) şarkı çalıyor, bizde en çok iz bırakacak olan.
Sonu ne mutlu ne de mutsuz bitiyor çünkü kahramanları günlük hayat insanları bu şarkının.
Mutlulukla ambalajlanmış bir labirentti ya hayat, hani öyle diyecektik karşılaşsak bir gün bir yerde.

Hiç düşürmeyeceğim elimdeki kitapları ve hiç çarpışmayacağız çünkü bu bir Türk Filmi değil!
Sadece yüzüne bakacağım o zaman anlayacaksın.
Tek kelimeye gerek yok!
İhtiyaç da yok.

Şimdi ben yazacağım sonra da susacağım.
Kimse anlamayacak diyeceğim içimdeki sesle.
Ama sen bir gün anlayacaksın, ilk okuduğunda, hemen o anda.
İşte o gün fondaki müzik değişecek.
Şimdilerde adagio ya gün gelecek allegro diyeceğiz.

Tek kişilik mi susayım yoksa çift kişilik mi?

Gittik yine, olsun daire şeklinde tur atar çıktığımız noktaya geliriz.

Görüşmek üzere...

23 Şubat 2014 Pazar

Osho'nun ders kitaplarına girmesini istediğim yazılarından biri - Aşk Böyle Gelir

Belki ergenlik dönemlerimizde öğretilmeye başlansa bu düşünceler, hayata kapılıp bu kadar sık unutmazdık işin özünü...


AŞK BÖYLE GELİR
lk adım anne babandan kurtulmaktır. Ve bununla annene babana karşı saygısız ol demek istemiyorum, hayır. Bunu söyleyecek en son kişi benim. Fiziksel anlamda anne babandan kurtulman gerektiğini söylemiyorum, demek istediğim şey, içerideki anne baba seslerinden, içindeki programdan, içindeki kasetlerden kurtulman gerekiyor. Sil onları.

Şayet bir makina değil bir insan olmak istersen anne babandan kurtul. Ve dikkatli olman gerekecek. Bu zor iştir, çetin bir iştir; onu hemen beceremezsin. Davranışlarında çok dikkatli olmak zorunda kalacaksın. Annen oradayken, senin aracılığınla iş görürken izle ve gör. Bunu bırak, ondan uzaklaş. Annenin hayal bile edemeyeceği tamamıyla yeni bir şey yap. Örneğin, erkek arkadaşın gözlerinde büyük bir hayranlıkla başka bir kadına bakıyor. Şimdi ne yaptığını izle. Baban başka bir kadına baktığında annenin yapacağı şeyin aynısını mı yapıyorsun? Eğer bunu yaparsan aşkın ne olduğunu asla bilemeyeceksin, sadece bir hikâyeyi tekrar ediyor olacaksın.
O farklı aktörler tarafından oynanan aynı oyun olacaktır, hepsi bu. Aynı kokuşmuş oyun yeniden ve yeniden ve yeniden oynanıyor. Bir taklitçi olma. Ondan kurtul. Yeni bir şey yap. Annenin aklının ucundan bile geçmeyen yeni bir şey yap. Bu yenilik senin varlığına getirilmelidir, o zaman senin aşkın akmaya başlar.
O halde gerekli olan ilk şey anne babandan kurtulmaktır.
İkincisi şudur: İnsanlar kıymetli bir eş bulacağına sevebileceklerini zannederler; saçmalık. Asla birisini bulamayacaksın. İnsanlar sadece mükemmel bir erkek ya da bir kadın bulduklarında seveceklerini zannederler. Saçmalık! Onları hiçbir zaman bulamayacaksın çünkü mükemmel kadın ve mükemmel erkekler mevcut değildir. Ve şayet var iseler senin sevgini umursamayacaklardır. Onlar ilgilenmeyeceklerdir.
 
Yaşamı boyunca mükemmel bir kadın arayışı yüzünden bakir kalmış bir adam duymuştum. Yetmiş yaşındayken birisi şöyle sordu: "Seyahat edip durmaktasın; New York'tan Katmandu'ya, Katmandu'dan Roma'ya, Roma'dan Londra'ya arayıp duruyorsun. Bir tane bile mükemmel bir kadın bulamadın mı?"

Yaşlı adam çok hüzünlendi. "Evet, bir seferinde buldum. Bir gün, çok uzun zaman önce mükemmel bir kadınla karşılaştım."

Soruyu soran kişi, "O zaman ne oldu? Niçin evlenmedin?" diye sordu.

Üzüntülü bir şekilde, "Ne yazık ki o mükemmel bir erkek arıyordu" dedi.

Ve şunu aklında tut, iki varlık mükemmel olduğunda onların aşk ihtiyacı ile senin aşk ihtiyacın aynı değildir. Onun bütünüyle farklı bir niteliği vardır. Aklında tutman gereken şey, asla mükemmel bir erkek ya da kadın arayışında olmamaktır. Bu fikir de, yani mükemmel erkeği yahut kadını bulmadan mutlu olamayacağın senin aklına yerleştirilmiştir. Bu nedenle de sen mükemmel olanı aramaya devam edersin ve bulamazsın, bu yüzden de mutsuzsun.
Aşkın içine akmanın ve içinde gelişmenin mükemmelliğe ihtiyacı yoktur. Aşkın diğeriyle hiçbir alakası yoktur. "Mükemmel, kirlenmemiş hava olmadığı sürece nefes almayacağım" demezsin. Karnın açsa ne olursa olsun bir şey yersin. Çölde susuzluktan ölmek üzereysen herhangi bir şeyi içeceksin. Coca Cola içmek için ısrar etmeyeceksin.
Bu nedenle anımsanması gereken ikinci şey mükemmeliyeti istememektir, aksi takdirde senin içine akan sevgiyi hiç bulamayacaksın. Tam tersine sevgisiz hale geleceksin.
Ve birisini sevmeye başladığında talep etmeye başlama; aksi takdirde daha en başından kapıları kapatıyorsun. Hiçbir şey bekleme. Şayet önüne bir şey çıkarsa şükran duy.  Eğer bir şey gelmezse onun gelmesi için bir neden yoktur, onun gelmesine gerek toktur. Onu bekleyemezsin.
Aşkın sevgi dolu bir atmosfere ihtiyacı vardır; aşkın şükran minnet iklimine ihtiyacı vardır. Aşkın bir talepsizlik atmosferine, beklentisizlik atmosferine ihtiyacı vardır. Anımsanması gereken ikinci şey budur.
Ve üçüncüsü şudur: Nasıl sevgi alacağını düşünmektense vermeye başla. Verirsen alırsın. Başka bir yolu yoktur. İnsanlar yakalamak ve elde etmekle daha ilgilidir. herkes elde etmekle uğraşır ve görünen o ki hiç kimse vermekten keyif almaz. İnsanlar son derece isteksizce verir. Şayet bir şekilde verirlerse de yalnızca almak üzere verirler. Ve onlar neredeyse işadamı gibidirler. Bu bir pazarlıktır. Onlar her zaman verdiklerinden daha fazlasını aldıklarından emin olmak için gözlerini dört açarlar; o zaman bu iyi bir pazarlıktır, bu iyi bir ticarettir.
Aşk bir ticaret değildir. O yüzden bir işadamı gibi olmayı bırak. Aksi takdirde yaşamını ve aşkı ve onun içindeki tüm güzellikleri ıskalayacaksın. Varoluş ticaret nedir bilmez. Ağaçlar çiçek açar, bu bir iş değildir. Yıldızlar ışıldar. Bu bir ticaret değildir ve onun için bir şey ödemene gerek yoktur ve hiç kimse senden bir şey talep etmez. Bir kuş gelir ve kapının önünde oturur şarkı söyler. Ve kuş senden herhangi bir sertifika ya da onaylanma işareti istemeyecektir. O şarkısını söyledi ve mutlu bir şekilde arkasında hiçbir iz bırakmadan uzaklara uçup ayrıldı.
Aşk bu şekilde büyür. Ver ve ne kadar elde edebileceğini görmeyi bekleme. Evet, o gelir. O binlerce katıyla gelir. O kendi başına gelir, onu talep etmeye gerek yoktur. Talep ettiğinde o asla gelmez. Talep ettiğinde onu öldürmüşsündür, bu nedenle ver. Vermeye başla.
Birey haline gel, ilk şey budur. İkinci şey, mükemmeliyet bekleme, isteme ve talepte bulunma. Sıradan insanları sev. Sıradan insanlarda yanlış hiçbir şey yoktur. Sıradan insanlar olağan üstüdür! her insan evladı son derece eşsizdir; bu eşsizliğe saygı göster.
Üçüncüsü, ver ve hiçbir koşul olmaksızın ver. O zaman aşkın ne olduğunu bileceksin. Onu tanımlayamam. Onu büyütmek için yol gösterebilirim. Bir gül goncasını nasıl ekeceğini, onu nasıl sulayacağını, ona nasıl gübre vereceğini, onu nasıl koruyacağını sana gösterebilirim. Sonra bir gün ansızın gül ortaya çıkar. Ve evin güzel kokularla dolar. Aşk böyle gerçekleşir.

17 Şubat 2014 Pazartesi

hangi ilişki?

   Son zamanlarda çevremde o kadar çok çift sorunu var ki ister istemez aşk üzerine düşünüyorum bu ara. İlişkiler konusundaki tecrübem arkadaşlarımın tecrübeleriyle kısıtlı olduğundan olsa gerek epey kafa yoruyorum. Bazen kızıyorum. Sonra işin içindeyken belki de böyle oluyordur insan diyorum. Ne olmuş olursa olsun en son geldiğim noktada sorguladığım konu hep şu: insan sevdiği birini neden üzer?


Tüketim toplumu vs... ben anlamıyorum artık. Kafam hayli karışık. Her şey çok hızlı. Teknolojiye olan tutkuma rağmen romanlardaki, o dalga geçtiğimiz Türk filmlerindeki vs.. geçmiş zamana ait aşklara özeniyorum. Kırmadan, tüketmeden, oynamadan ... Kıymet bilerek yaşanan sevgilere imrenerek bakıyorum. İnsanların sevdiği insanla yan yana olduklarında bırakın başka insanlara bakmayı,telefonlarıyla ilgilenmeyi, yanındakini unutmayı,  mutluluktan sarhoşluk hissini tattıkları o dönemlerde doğsaydım keşke diyorum. Sonra silkinip kendi kendime "Allah kahretmesin Hilal, bir romantizmin eksikti kızım, hadi canım yıl olmuş 2014 nereden buluyorsun öyle aşkları" diyor ve realiteye dönmeye çalışıyorum.

Şimdilerde sanki herkes herkesin malı...
Çok ucuz.
Her şey çok ucuz.
Havada ego savaşları uçuşuyor.
Seven seviyorum demiyor, sevmediği halde aşk sözcüklerine boğuyor insanlar birbirlerini.
Yazık lan, ne melun bir zamana doğmuşuz.
Kaliteli aşklar, ilişkiler zamanını kaçırdık mı dersiniz?
Yoo hayır, öyle olmamalı.
"Bir umuttur yaşatan insanı" diyerek inatla, içimdeki gizli romantik şapşal hatunu yine kenarlara köşelere saklayıp yoluma devam ediyorum.

Ya hep ya hiçci yaklaşımım sebebiyle ya gerçekten yalnız yaşlanacağım ya da herkesin imrenerek baktığı bir hayat yaşayacağım. Bilemiyorum.


Romanlardaki karakterlere olan aşklarım da hep bu şapşal kızın eseri.
Sen kalk Nicholai Hel'e aşık ol.
Üstelik adam sevdiği kadınla evlenmiyor bile :) Annem duysa ne sinirlenir şimdi. Di mi yani adam madem o kadar aşık niye evlenmiyor? "Annecim belki de adam o kadını senetle satın almak istememiştir" desem saatler sürecek bir evlilik muhabbetine gireceğiz. O yüzden dikkat edip, bir jenerasyon öncesiyle konuşurken  Osho'dan fikirler serpiştirmemeye çalışıyorum ortalığa. Ah Nicholai Hel, ne karizmatik karaktersindir sen!

Hayatta en sevdiğim şey gerçekten kendisinden emin olan insanlar. Ama öyle boş, ucuz, basit bir eminlik değil. Yani ele güne karşı bak ne kadar özgüvenliyim şeklinde gözükmek isteyen boş özgüvensizlikler değil.
Doğrusunu hatasını bilen insanlar...
Mükemmel olmadığını bilen senin de mükemmel olmanı beklemeyen, yapıcı, olumlayıcı, eksikliklerinden dolayı seni itip örselemeye çalışmayan insanlar..
İyi insanlar...
Ah onlar çok güzel insanlar...

Sonra şunu düşünüyorum biz ne tuhaf bir toplumuz? Göğsünü gere gere küfür eden, kavgaya giren, saç baş yolan, kötülükler çakallıklar yapan insanların, sevgilerinden utanması ne enteresan kavram kargaşası?
Doğru yanlış çarpışması?

Ya da ben kendi başıma ne tuhaf bir organizmayım?

Satırlarca yazıyorum ya, yine de kendime sakladığım öyle çok cümlem var ki...
Şu kadar konuşmaya, bu kadar yazmaya hala susmuşum sayıyorum kendimi.

Yorgunluktan ölen ve haftanın 7 günü sabahın köründe uyanmak zorunda bırakılmış, kapitalizmin esiri bir insan olarak saçmalama hakkımı kullandım.
Aman uyumalar olmasın!





22 Ocak 2014 Çarşamba

Üstüne aşk giydirmiştin, bir gün soyundu

Hayat çizgisi hayat çizgimizle kesişen insanlardan seçip seçip, üzerlerine hayallerimizi giydirip sonra da onları aşk sanıyoruz.
Çoğu zaman karşımızdaki insanı tanımıyoruz.
Karakteri sandığımız karakter hayallerimizden çıkma.
Öyle inanıyoruz ki kendi kurduğumuz hayallerin onların üstündeki duruşuna, kimi zaman verdikleri tepkileri bile anlamak istediğimiz gibi yorumluyoruz.

Sonra gün geliyor karşımızdaki insan kendi karakterini göstermek adına isyan ediyor, diretiyor, göremiyorsun bak ben buyum, buradayım diyor.
İşte yıkım anları o anlar.
Hayallerinizin üzerinden sıyrıldığı o adamlar, kadınlar olanca çıplaklığıyla karşınızda dikiliyor.
Ve siz değişmekle suçluyorsunuz.

"Sen çok değiştin!"
"Sen eskiden böyle değildin."
"İlgisiz oldun."...
Vesaire vesaire..

Değişen karşımızdaki değil genellikle, değişen tek şey karşımızdakini tanımak için kendimize izin vermiş olmamız.
Özetle; kendimiz edip kendimiz buluyoruz.
Kandırdığımız da hep bizzat kendimiz zaten.
Aşk olsun diye aşklar uydurmayın artık kendinize, en çok siz üzülüyorsunuz.
Bekleyin, olacaksa o sizi bulur.