26 Mayıs 2011 Perşembe

Anlaşılmaz

Uzun bir hikaye bu...
En azından 23 yıllık yaşamın %13 civarını kapladığına göre uzun sayılabilir.
Neler yaşanmış, zaman zaman kalp çarpıntısı, heyecan mutluluk ve daha çok gözler gölgelenmiş, yutkunmak engellenmiş, buruklaştırmış.

İnsan bir şeyi çok sevdi mi çocuklaşır ya hani, vermek istemez. Tatmin duygusu sahip olmaktır. Ama bazen o kadar çok sever ki alır almaz paketini açamaz. Sonra yavaş yavaş açar. Kutudan çıkarır ama, bu defa da kutuyu atamaz. Zaman geçer, ellemez hiç, sadece izler. Çocukluk işte, bir nevi çocukluk hikayesi.

Herşey bir cümleyse sonu da olsa gerek. Üç noktalı bitmiyormuş meğersem =)

Az kişi adı altında çok kişiyle yürünen bir yol. Saklamışlık, konuşmuşluk. Derken gözlerini kapatıp yok oldu sayma eylemleri. Ve dayanamayıp var etmeler kaldığın yerden. Bir kaç mutluluk için ne kadar hüzüne katlanır ki insan?

Bilmiyorum. Neden-sonuç ilişkisi kurmuyorum artık kurmak da istemiyorum. O kadar çok çalıştı ki beynim, o kadar irdeledi, yorum yaptı ve hayal kurdu ki üzerinde, yorgun artık. Gerçekle beynim arasındaki köprü de yıkılmış. Aynadaki görüntü değil beynimdeki. Bambaşka. Mükemmelimden daha doğal, daha gerçek. Gerçeklerse kendine kurduğun tuzaklardan başka bir şey değil. Atılan her adım, her düşünce, her sır hepsi bilinçaltının himayesinde. Ah nasıl da oyuncudur o!

Kimsenin anlamadığı cümleler kurmaktan sıkılmazdı eskiden. Şimdi son bu. Son nokta.

Şimdi basit olana, güzel olana, mutlu olana doğru bir yol açılmış. İster istemez kaçıyor gergefit oyunlardan. Şimdi nehrin sularında aktı çamurlar. Herşey açık, herşey ortada. Görüyor ve biliyorum. Ben şimdi ileriye yürüyorum.

9 Mayıs 2011 Pazartesi

Gidiyor muyuz şimdi cidden?


Yıllık yazılarını yetiştirme telaşı içindeyiz. 5 yılı nasıl sığdırır ki insan satırlara? İlk akla gelenleri, en çok güldüklerimizi, hatırlayabildiğimiz kadarını dökebildik satırlara elimizden geldiğince. Ya dökemediklerimiz, hatırlamadıklarımız ya da hatırlayıp oralara yazamayacaklarımız ...

Pek çok kere ertelettik yıllık yazılarının son tarihlerini. Kaçışımız o anılara dönüp bakmak değil de, bir şeyleri, birilerini geride bırakmaktı büyük ihtimal. Dostluklarımız, arkadaşlıklarımız, aşklarımız, mutluluk,kırgınlık ve telaşlarımız. En güzel yıllarımızı, en eğlenceli dönemimizi yaşayacağız diye gelmedik mi pek çoğumuz üniversiteye? Yaşamadık mı? Yaşadık yaşamasına da doyamadık ki azizim. Bıraksalar sanki hep yaşayabilirdik gibi geliyor. İşin içerisindeyken defalarca kızdık, lanet ettik, gitmek çıkmak istedik. Şimdi ise sevdiğimiz pek çok insanı görüyoruz. Sanki bir çizgi çekildi. Ötesine geçerken yanımızda istesek de çok insan götüremeyeceğiz gibi. Her birimizin biletleri bambaşka dünyalara alınmış gibi. Belki 3-5 insanla sürekli, bir kısmıyla aralıklı görüştüğümüz ve kalanlarla aylarca, yıllarca görüşememe ihtimalimizin olduğu bir yol bir yer gözüküyor ufukta. Kimileri başka başka ülkelere, şehirlere gidecek. Bazısı yapmış planını yıllardır hayalini kurduğu işi kurma sevdasına düşecek. Ve bazılarımız ise bir rüzgar beklemekte kapılsam diye çünkü kararsız.

Aynı dili konuşuyoruz ve bunu biliyoruz. Ne kadar kızsak da günden güne değişirken, farklılaşırken bu okulda ortak da bir kültüre sahip olduk her adımda. Öyle ki çıktığımızda bu küçük dünyamızdan dilimiz yadırgandı, tavrımız yadırgandı kimi mecralarda iyi ve de kötü yönde.

Gelen yazıları okurken de, birilerine yazarken de tuhaf bir his kapladı beni. Böyle sıcacık, ama ağırlaştıran kalbimi, gözlerimi dolduran hem hüzün hem mutlulukla. En minik anının bile ne kadar değerli olduğunu, anların asla geri gelmeyeceğini sezdim. İleriyi görmeye çalıştım; kimler kalacaktı acaba geriye? Bazılarından çok emindim, bazılarından değil. Sonra babamın sesi yankılandı kulaklarımda: 'Ah be kızım, hayat bu? Biz de ister miydik dostlarımızdan kopmak? Ama hayat! Önceleri sık görüşüyorsun, sonra sıklıklar azalıyor, herkes dağılıyor, bir yerden sonra iletişimin bile kopuyor pek çoğuyla. Derken unutmaya başlıyorsun. Bir gün bir bakıyorsun bir sima çok tanıdık geliyor. Ah diyorsun bu benim okul arkadaşım. Ne kadar değişmiş. Yıpranmış mı biraz? Yanındaki oğlu mu yoksa? Bu kadar mı yaşlandık be azizim. Derken kendi ailen, işin, çocuğun geliyor aklına. Ah diyorsun geçmiş yıllar, kaç yaşına gelmişim...Yanına gidiyorsun hevesle sohbet edip tekrar haberleşmek üzere sözleşiyorsun.'
Herhalde aynı senaryoda eve döner dönmez ilk iş aynaya bakardım ben de nasıl geçmiş yıllar diye. Umarım estetik yaptırmış olurum da sezmem çok =)



O değil de bu yıllıklar çok bozdu, çok bozdu bu yıllıklar beni. Ben hala zorlanıyorum inanmakta. Gerçekten gidiyor muyuz, bitti mi şimdi?

3 Mayıs 2011 Salı

Yadırgama

Bir anlam herşeyi anlamsızlaştırabilir mi? Varlığını bildiğin özümsediğin o dünya çökebilir mi aniden.

Çıktığın basamaklar kayıyor, korkunç bir sis...Girdaptan çıkmaya çalışan bir hiçlik. Karnın acıkmıyor, susamıyorsun. Sadece susuyorsun!

Sorgularsın zaman zaman inancının hiç tükenmeyeceğine inandıklarını. Çarptığın kapılar ölümdür bir başka hayatları olmayan. Kaybolursun.
Çekip gitmek istersin ıssızlıktan başka ıssızlıklara. Ve berbat film replikleri tutarsın hafızanda bir gün başarırsan gitmeyi diye. Herkesi, herşeyi ardında bıraktırır ansızın bir şey. Bir tek o önemlidir artık, sadece o vardır. Herşey flu, herşey yok. Yokluktan varlık çıkarmak mümkün mü? Sorgularsın, sorgularsın...

Beyninledir kavgan normalde uyunan saatlerde. Onlar uyurken sessiz, sükunlu ve derin cennetlerde, cehennemi yaratırsın kat ve kat iliklerinde. Yanarsın, üşürsün... Ağrıyan bir baş ile ağlamayı dahi beceremezsin gülersin sinir ile.

Derken bir yeşillikte su ateş ile buluşur. Her şey susar, tüm o karartılar. Oturur sakince önce ağlar ardından nefes almaya başlarsın. Kaybın yoktur, ellerindeki yanık izlerini saymazsak. Ve herkeslikten herkesliğe geçiş yaparsın. Sonra susarsın topluluklara konuşur gibi gözüksen de.
Bir o duyar sessizliğini, bir de sen duyarsın.