26 Mart 2012 Pazartesi

Özlüyor insan

Ansızın özleyiveriyor insan.
Sebepsizce geliyor aklına anılar.
Ne bileyim durup gülümseyişi geliyor aklına kötü hiçbir şey olmamış gibi.
Muzipçe bakıyor sanki karşında.
Koşuşturmalar, gülüşmeler.
An donsun, yelkovan-akrep işlemesin istenen tüm o yaşanmışlıklar.
Oturulan minderler, gece yarısı ağlayarak edilen telefonlar.
Sırlar geliyor sonra.
Hiç söylenmemişler...
Verilen sözler diziliyor önüne,
Ne kadarının tutulduğunu düşünüyorsun.
Gözlerindeki hüznü anımsıyorsun kızdırdığında,
Şimdi şu an yapmışsın gibi üzülüyorsun.
Kendi çapında gönlünü alışını hatırlıyorsun sonra.
Sıcacık anılar...Gülümsüyorsun.
En son veda ediş anın geliyor aklına.
Elveda da demedin ki aslında.
"Görüşürüz" dökülüyor dudaklarından ama
Kelime ağzından çıktığında biliyorsun ki o bir elveda.
İndiğin merdivenler, yürüdüğün o yol.
Arkana dönüp son kez baktığın o karanlık yer.
Ağlarken telefona sarılıp dertleşmek üzere aramak yakınını.
Sonra biraz kendine gelip seni bekleyen arkadaşlarına karışmak.
Ve tutamamak yine gözyaşlarını.
Yaşanmamışlıklar...
Ve delirmişçesine gelen o huzur...
Her veda, her elveda ve her görüşürüzün ardında gizlenen uzun hikayeler
Hayallerin bitişi ve yenilerinin başlangıcı
Hiç yaşamasan da iyi ki vardın diyorsun.



Siyah İnci


Bir nevi çirkin ördek hikayesi değil midir bir siyah inci hikayesi de.

Toplumda alışılmışın dışında olan ne varsa ilk tanıştığı şey yargılanmaktır.
Koca koca insanlar bile bu konuda çocuk gibidirler. Öyle ki bir çocuğun açıkça ifade ettiği dürüst acımasız cümleleri dürüstçe sarfedemeyecek kadar aciz ve zavallıdırlar. Arkanızdan, sinsice, kendi içlerinde ya da yandaşlar bularak yaparlar bunu.



Hayatınızda en az 1-2 kere siz de siyah inci oldunuz.Sizden bir doktor, mühendis, öğretmen olmanız beklenirken müziği, dansı, tiyatroyu seçtiğinizde siyah inciydiniz. Beklenenin dışına çıkacak kadar cesur olduğunuz için aptallıkla, mantıksızlıkla, gerçekleri görememekle suçladılar sizi. Anlamadılar ki, anlamaya çalışmadılar ki siz dans ederken sizdiniz. Notaları duyduğunuz anda sıyrılıyordunuz o yargılardan. Ve umrunuzda değildi, bir annenin çocuğuna sahip çıkma hissi gibiydi sizin için sanatınız. Resminiz dünyaya verdiğiniz bir hediyeydi ve onlar bilmese de değerini umrunuzda değildi. Ama yordular, yıktılar çoğu zaman sizi.

Herkesin yalan söylediği bir konuda dürüst olduğunuzda terbiyesizlikle yaftaladılar. Ya da bunun yerine gelebilecek pek çok kelime. İstediğinizi istiyorum demek ya da istemediğinizi ifade etmek büyük ayıptı. Ama yüzlerine baka baka yalan söylemek kabuldü hertürlü ortamda. Misal yanlış bir insanı sevdiniz, onlara göre yanlış. Seferber oldular, olmaz dediler. Bazen o kadar yordular ki ömür boyu özleyeceğinizi bile bile elveda dediniz sevgiliye. Ha bu sevgili bir insan da olabilir bir hobi de bir arkadaş da. Sizi sevdiklerinizden ayırdılar ya da sevmediğiniz şeylere mahkum ettiler. Çünkü sizin siyah inci yönünüzü gördüler, yok edilmeliydiniz.

Üstelik bu siyah incilik o kadar özneldi ki. Şu an burada bu toplumda bu görenekte beyazken, buradan 20-30 km sonra siyahlaşabilen bir yapıydı bu. Çocuk aklınızla bile ne zaman nerede ne yapılacağını çözmeliydiniz. Evde annenize açık açık "Ben Zeliha teyzenin kızını sevmiyorum şımarık o" diyebilirken, Zeliha Teyzenin yanında aynı cümleyi kurduğunuzda "ÇOK AYIP" oluyordu.

Bizler, Türkiye'de çocukluğumuzdan başlayarak riyakar bir nesil olarak yetişmeye zorlandık. Siyah inciliklerimiz ya yok olmalıydı yahut tenha köşelerde kendi kendimize çıkardığımız birer süs eşyası olarak kalmalıydı.

Bir de bunu başından beri reddedenler oldu. En cesurlarımız, hani sizin asi bu çocuk dedikleriniz, inatçı olarak atfedilenler. dik başlı, sorumsuz, saygısız bilinenler. Yerine göre ibne, orospu, orospu çocuğu işe yaramaz, namussuz da diye anılanlar. Onlar bırakmadılar siyah inciliklerini. Ömür boyu bırakmayacaklarına and içtiler farkına varmadan. Onlar yazdılar, çizdiler, konuştular, sustular. Seçtikleri yoldan, benliklerinden vazgeçmediler. Onlar yalnızlığı seçtiler beyaz inciler toplumunda. Şiddet gördüler, hakarete uğradılar, hep salaklıkla damgalandılar. Farklılıklarından ötürü idam edildiler.


Etrafınızda bir siyah inci varsa kıymetini biliniz, sizin böyle bir yönünüz varsa vazgeçmeyiniz. Bir gün anlaşılacaktır değeriniz. Anlaşılmasa da kendiniz olmak en büyük hakkınız değil miydi başından beri?
Kendi seçimimizle gelmediğimiz bir dünyada kendi seçimlerimizi yaşamaktan daha doğal ne olabilir?
Vazgeçmeyiniz ve sizi siyahlıkla suçlayanları s*ktir ediniz!

25 Mart 2012 Pazar

Bunu kendime ben yaptım, onu kendine sen yaptın!

Hayat seçimlerden ve sonuçlarına katlanmaktan ibaret.
Yol ayrımlarına geliyoruz. Ve tercihler yapıyoruz. Tüm yaşam döngümüz bununla belirleniyor.
Kelebek etkisi dediğimiz olaylar giriyor işin içine. Olasılıklar üzerine olasılıklar.
Yani yaşamanın milyonlarca yolu var.

Mutluluğu da biz seçiyoruz mutsuzluğu da.
Hatta kandırılmayı da.
Seçmediğimiz nadir şey öldürülmek, tecavüze uğramak, gaspa darpa vesaireye uğramak gibi başkalarının bize yaptığı şeyler.

Çoğu zaman salak olmayı da biz seçiyoruz.
Belki tuhaf gelecek ama aldatılmayı, aldanmayı ve kandırılmayı da biz seçiyoruz.
Riske giriyoruz; bir insana güvenmek ya da güvenmemek?
Yanlış insanlara güvendiğimizde aldanıyoruz, aldatılıyoruz, kandırılıyoruz.
Canımız acıyor belki suçluyoruz o insanı ama onu kim seçti?

Bırak Allah aşkına aşık olmak da bir tercih, çünkü istediğimiz anda herkesi unutabiliyoruz.
Bana sonsuza kadar süren aşk hikayeleri anlatmayın şimdi, yok öyle bir şey.
İnsan o kadar bencil ki!
Kimi için 1gün kimi için 5-10 yıl bir insanı unutmak. Ama sonuçta nesamesi okunmuyor başkalarının hayatımızda.

Bunları söylüyorum ama aslında kendime vaazımdır bu.
Kim yalan söylediyse bugüne dek hepsinin sorumlusu benim.
Ne kadar kırıldıysa kalbim ben yaptım bunu kendime.
Güvenmemek gibi bir seçenek de vardı her zaman.

Peki ya insan güvenmeden yaşayabilir mi?
İşte ben de bunu sorguluyorum bu günlerde.
Bir süre üzülmeyeceğim kararım bu yönde.

23 Mart 2012 Cuma

beyin-psikoloji ortaklığı


 Hani üzülüyoruz ya. Bir şey oluyor bende herkesde oluyor mu merak ediyorum.
Çok üzüldüğüm zaman daha doğrusu sevdiğim birisi beni çok kırdığında o psikolojik acıyı fiziksel olarak da hissediyorum.

Beynim bunu bana neden yapıyor bilmiyorum. Ama öyle anlarda kalbim cidden bir sıkışıp acıyor, nefes alamayacak gibi oluyorum. Gözlerim yanıyor. O ağlamaya direnmekten de oluyor olabilir sigara dumanından da.
Ama insanın kalbi ciddi ciddi neden acır ki? Nasıl bir psikoloji-beyin işbirliğidir bu?
Saçma yani acıyacaksa beynim acısın, diğer insanlar gibi başım ağrısın.
Hoş migrenim tutsun istemem bu sızıyı tercih ederim.

Neyse öyle aklıma geldi yazayım istedim.
Gidip kitaplarıma kendimi gömmeyi planlıyorum an itibariyle.
Haftasonu hasta olmasam iyiydi.

Ayın oğlu

Son 48 saattir neredeyse sürekli aynı parçayı dinliyorum.
"Hijo de la luna"


Ben hikayesini ve hissettirdiklerini anlatırken buyrun siz de dinleyin.
Hatta bir kere yetmez bir kaç kere dinleyin.




Eski bir ispanyol balladıymış efendim bu parça.
Hikayesi biraz kafa karıştırıcı. Zira sözler çevirildiğinde anlamında bozukluk oluşuyormuş birazcık. O yüzden de insanların kafası karışıyor. Benim sevdiğim versiyonu ise şöyle hikayenin:


Bir çingene kadın, çingene bir adamı sever ve aya kendisini onunla evlendirmesi için yalvarır.
Ay kabul eder ama der: Doğacak olan ilk çocuğun benimdir.
Çingene kadın bu duruma biraz isteksiz olsa da kabul eder ve 
"Bu çocuğu alsan da sen asla bir kadın olmayacaksın, ne yapacaksın bir çingene çocuğunu" diye ayla dalga geçer.
Çocuk doğduğunda bembeyazdır tarçın renkli bir çingene çocuğu olması gerekirken.
Çingenenin kocası aldatıldığını ve onurunun zedelendiğini düşünür ve karısını defalarca bıçaklayarak öldürür.
Çocuğu da ormana bırakır.


Derler ki: Çocuk ne zaman mutlu olsa ay dolunay şeklindedir
Ve çocuk mutsuz olup ağladığında ise ay bir beşik gibi onu sallayabilmek için hilal haline bürünür.


Böyle bir efsane işte.
Çok seviyorum.
Bir şekilde hüzün, mavilik, sevgi,terkedilmişlik, çaresizlik sızıyor sanki notaların arasından.


Sözlerinin Türkçe çevirisi de şöyleymiş:


Aptalın vücut bulmuş hali o adam;asla anlamayan... 
Bir efsane anlatılır, bir çingene kadınının 
Ay ışıyana kadar yakardığı. 
Şafak çökerken, 
Evli olduğu çingene adama 
Yalvararak ağladığı. 
Gökyüzünden dolunay, 
"esmer tenli bir erkeğin olacak" dedi. 
"Fakat karşılığında 
O adamdan olacak ilk çocuğu isterim. 
Yalnız kalmamak uğruna çocuğunu kurban edecek kadın 
Çok aşık sayılamayacığından o adama" 

Koro: 

Ey ay, anne olmak istiyorsun 
Fakat seni kadın yapacak o aşkı 
Asla bulamayacaksın. 
Söyla bana ey gümüşten ay, 
Nedir yapmaya niyetlendiğin 
İnsandan olma bir çocukla. 
a-ha-ha, a-ha-ha, 
Ayın oğlu. 
Tarçın tenli babadan olma bir oğul. 
Bir Ermin(yırtıcı bir hayvan)'nın sırtı kadar beyaz, 
Zeytinden zeytin yeşil gözlü... 
Ay'ın albino oğlu. 
"Lanetler olsun görünüşüne! 
Bu çingeneden olma bir çocuk olamaz 
Ve ben buna tahammül etmeyeceğim." 

Koro: 

Onuru zedelendiğine inanan çingene 
Gitti karısına,elinde bir bıçakla. 
"Kimin oğlu bu? 
Gözgöre göre aptal yerine koyuyorsun beni! 
Ve yaraladı kadını ölümcül şekilde. 
Kolunda çocuk 
Gitti ormana. 
Ve terk edip gitti onu oracıkta. 

Koro: 

Ve geceleri ay dolunay gözükür; 
Eğer Çocuğun keyfi yerinde ise. 
Ve eğer ağlarsa çocuk, 
Ay söner 
Sakınmak için onu. 
Ve eğer ağlarsa çocuk, 
Ay söner, 
Sakınmak için onu. 

22 Mart 2012 Perşembe

Melankoli'den gelen mim :)

Çok heyecan duydum zira ilk mimim. Ve Melankolik Damlalar'a bu mim için teşekkürlerimi sunarım. Zira "kimse okumasa da kendime yazıyorum" zihniyetiyle yazılan bir blog için bu bir keyif oldu.


Ve evet başlıyoruz:


1. Kendini seviyor musun? 
Çok seviyorum hem de. Kendimi sevmeseydim yaşayan her varlığın iyi olduğuna inanabilen bir yapım da olamazdı. Varlığım varlığıma armağan olsun, o derece :)
Sadece içimdeki farklı benlikler kavga edebiliyorlar ve onların kapışmaları sıkıntı yaratabiliyor. Onun dışında iyiyim. Çok iyiyim . 


2.Yapmaktan hoşlandığın şeyler nelerdir? 
Sevdiğim her türlü şey ile vakit geçirmeyi seviyorum; ailem, arkadaşlarım, doğa, hayvanlar, kitaplarım, müzik, hiç tanımadığım insanlar vs. O an neyi seviyorsam onun yanında olmak mutlu ediyor. Sahiller, yeşil manzaralar gibi açık alanlarda saatlerce oturabilirim. Yazmayı seviyorum. Sinema, tiyatro gibi etkinlikleri, konserleri, evden nereye gideceğimi bilmeden çıkıp kendimi bir yerlerde bulmayı daha doğrusu kaybolmayı. Müze, tarihi eser ziyaretlerini de severim mesela.
Yapmaktan hoşlandığım o kadar fazla şey var ki o yüzden yaşamayı seviyorum sanırım.


3. Hedeflerin nelerdir?
Huzur. Nihai hedefim bu. Hep onun peşinde koştum ve hep onun peşinde koşacağım büyük ihtimalle. Tabii ki belirli hedeflerim de var ama ben gerçekleşmeyen hedeflerimi paylaşmaktan pek hoşlanmam.
4. Kendini bir cümle ile anlatabilir misin?
Başıma ne geldiyse dürüstlüğüm ve iyi niyetimden geldi.
Bir de "ben normalim onlar anormal!"


5. Nefret ettiğin şeyler nedir?
Birine muhtaç olma durumundan nefret ederim. Allah kimsenin yardımına muhtaç bırakmasın beni yakın uzak kim olursa olsun. Birinden bir şey istemekten hiç hoşlanmıyorum. Bu kendi adıma sevmediğim bir şey.
Güvenimin kırılmasından nefret ederim, en kötü gerçeği en tatlı yalana tercih ederim. Rutin olarak söylenen bir cümle olarak söylemiyorum bunu gerçekten bana yalan söylenmesinden nefret ediyorum. 
Bir de son anda planın bozulması halinden nefret ederim hele ki giyinmiş hazırlanmışsam.


6. Favori şarkıların, filmlerin, kitapların?
Şarkılar:
Nouvalle Vague - In a manner of speaking
Bruce Dickinson - Arc of space
Stratovarius - Tears of ice, Tomorrow
Hijo de la luna
Filmler:
LOTR
Spirited Away
August Rush
Pride and Prejudice
(ya çok var daha aslında :S )


Kitaplar:
Şibumi
Yerdeniz beşlemesi
Koku
Eşruhların dansı


7. İlham aldığın kişiler kimdir?
İşte bu hep değişiyor.
Ama uzun süredir sabit kalan şahıs bir kitap karakteridir.
Nicholai Hel (Şibumi'den)


8. Death Note'u sen bulsaydın ne yapardın?
Çok düşündüm hakkında. Hala da emin değilim birinin ölüm kararını verebilir miyim. Genelde konuşurken çok asarım keserim vesaire ama iş vicdanımla bana kaldığında (eğer çok sevdiğim birine işkence etmemişse, öldürmemişse) birinin ölümünü isteyemem büyük ihtimalle. Yani bu benim işim değil. Hem zaten özünde herkesin iyilik barındırdığına inanıyorum çoğu zaman.


Bu mim için tekrar Melankolik Damlalar'a teşekkür ederim.


Ben de ;
LIVE THE LIFE, kizilsahin ve Bir Delinin Poliklinik Defteri 'ni mimlemek istiyorum.

Ama kendilerini uyarmayacağım gördükleri zaman yazabilirler ;)





16 Mart 2012 Cuma

Şefika Teyze

İlk tanıştığımızda ya ilkokuldaydım ya da ortaokul.
Ona dair zaman o kadar belirsiz ki beynimde sanki hep vardı hayatımızda.
Şimdi yıllar oldu görmedim. Nerdedir, ne yapıyordur kimbilir.

Şefika teyze bize yardıma gelirdi eve. Sırdaşımdı o yüzden.
Sabahları okula uyandığımda yatağımı toplamazdım çoğu zaman. Annemin çok kızdığı bir huyumdu.
Şefika Teyze'ye sorarmış hep: Yatağını toplamış mı? Çok dağınık mı odası? Çalışma masasını toplayacaktı toplamış mı?

Şefika teyze eve gelir gelmez ilk benim odama girer, yatağımı toplar, el yordamıyla odayı topla hale getirdikten sonra annemin tüm bu sorularına: Toplamış toplamış, yok toplu odası dağınık değil, evet masayı da toplamış gibi cevaplar verirmiş. Sonradan annem anlatıyor bunları.

Sigara içmeye başladığım zamanlarda ortalıkta unuttuğum çakmakları bir yerlere sıkıştırıverirdi bizimkiler görmesin diye. Hem de öyle güzel yapardı ki bunu benim bulacağım yerde olurdu hep o çakmaklar. Küller ya da dökülmüş tütün yok edilirdi hemencecik ardımdan.
1-2 yıl boyunca ben annemlere söyleyinceye kadar sakladı benim sigara içtiğimi.
Bana hiçbir şey söylemeden. Ben ona Şefika teyze n'olursun söyleme bile dememişken.

Ne getirdiyse yanında "Kızım bak bilmem ne getirdim ye açsan" derdi.
Öğle araları arkadaşlarımla gelirdim eve yemek yapar şarap falan içerdik.
Biz yokmuşuz gibi, o yokmuş gibi davranırdı huzursuz olmayalım diye.

3 çocuğu vardı, 1i avukat mıydı neydi. Diğer ikisi de Amerika'da üniversitede okuyor ve çalışıyordu o zamanlar. Öyle de bir anneydi yani.
Eli öpülesi kadın. Bayramlarda seyranlarda elini öperdim, gözleri dolar mutlu olurdu sanki çok tuhaf bir şey yapmışım gibi.
Az konuşulan tuhaf bir sevgi vardı aramızda. Üzüldüğümde üzülme kızım, geçer derdi. Annemle kavga ederdim, üzme anneni seni çok seviyor derdi.
Hayatımda tanıdığım en destek, en sır küpü kadındı belki de.
Anneannemin öğrendiği gün babama kızın sigara içiyor diyip ağladığını düşünürsek :)))
(sonra anneannemi sigara içiyorum diye teselli etmek zorunda kalmıştım. )

Uzaklarda bir yerde umarım mutlusundur Şefika Teyze'm. Kimse üzmüyordur inşallah seni.
Çünkü sen yüzündeki yaşanmışlık çizgileri, yumuşacık sevgi dolu kalbin, o yaştaki enerjin ve hayat doluluğun, halden anlayan en insan halinle o kadar hakediyorsun ki sevgi ve saygıyı. Umarım mutlu ediyordur seni çevrendekiler. Umarım çok yormuyordur hayat seni.
İyi ki hayatımdaydın.
İyi ki tanıdım seni saygı duyduğum kadın.

sek ya da uyum?

Ruhumda var, sek olmalı ne geliyorsa önüme.
Ne kadar katkısız, tadı ne kadar kendisi, herşeyiyle ne kadar safsa o kadar iyi benim için.

Çayı şekersiz içerim, Kahveyi sade ve şekersiz. Rakım sek olmalı. Öyle çok çeşit meze sevmem yanında da hatta. Sadece beyaz peynirle sonuna kadar yolu var.

Ne zaman karıştırsam bir şeyleri ağzımın tadı kaçar. 
Türk kahvesinin yanında gelen lokumu kahveyle yemem asla. Hatta genelde yemem.
Yemekte baharat olacaksa herşeyden olmamalı. Belirli bir tadı olmalı. Karabiber, köri, nane, kekik derken baharat çorbası tatlar benlik değildir. Ya da o uyum çok usta ellerden çıkmış olmalıdır.

Müziği çok enstrümanlı sevmem.
Mümkünse en fazla 3 adet.
En güzeli tek ses, eşsiz.

Hayat böyle benim için. Mutluluklarım ve hatta hüzünlerim katkısız olmalı. Aynı konuda farklı hisler taşımaktan hoşlanmam. Bir insanı ya severim ya sevmem. Ya özlüyorumdur ya da tersi.
Görmek istiyorsam görmek isterim. İstemediğimde git derim.
Ne düşünüyorsam söylerim. Belki daha önce farklı şeyler söylemişimdir o konuda. Ama o an söylediğim tam da o an hissettiğimdir. Önceden söylediğim yaptığım bağlamaz beni. Ya da o an söylediğim gelecekte de öyle düşüneceğimi göstermez.

Söz vermekten kaçınmaya başladım kendimi gördüğümden beri. Çünkü söz verirsem tutarım. Oldu ya tutamadım. Huzursuz olurum, ben sana böyle bir söz verdim tutamadım özür dilerim derim. O özrü dileyemezsem azap olur bana o süreç. 

Söylenmesi gerektiğini bilip de söylenmeyenler de yalandır benim gözümde. Başkası yaptığında da kendim yaptığımda da öyle hissederim. Suçlu suçludur kendi vicdanında. Birilerinin bunu bilmemesi onu masum kılmaz.
Ve herkesin lanetlediği insan da masum eğer hiçbir suçu yoksa.

Sevgi de böyle. Katıksız olmalı. Seversin, özlersin, yanında istersin, sevmenin getirileri vardır.
İşin içine binlerce şart koşul giriyorsa o işde bir problem vardır. 

Bununla birlikte hayatımın son yıllarında tabiri caizse uyuyor sandıkları ama uyumayıp etrafı dinlediğim anlarım var benim. İnsanların sen yoksun sandıklarında yaptıklarını inceler oldum. İşte bu tam bir karmaşa.

Soru şu ki: başbaşa kaldığında kendinle gerçekten kendine dürüst müsün?
Peki için rahat mı?
Ya insanlar onlar dürüstlüğünü haketmiyor mu?
Ya da yalan söylemeye değerler mi gerçekten?

Bazen kendimi çok şey öğrenmiş hissediyorum bazen de sıfır.
Belki kendi sekliğim farklı tonlar barındırdığından kaldıramıyorum daha fazla karmaşayı.
Şu an bu yazıyı yazarken de aklımdan geçen şey: sorun belki de saf olması değil, uyumlu olması.
Ahenk çözebilir mi karmaşaları?
Çünkü uyumlu varoluşları severim.
Peki başlangıçta uyumlu gelen şeyler sonradan uyumsuz hissi verebilir mi?
Sıkılır mıyız uyumlardan da?

Hayat düşününce karışık, düşünmeyenlere sempatim de bundan. Şimdi hiçbir şey umrunda olmayan o adam ve kadınlar kimbilir kaçıncı uykuda?
Yastığa başını koyar koymaz uyuyabilen insandan korkarım çok alkollü değilse.
Belki de kıskanıyorumdur hemen uyuma potansiyellerini.

Kendini %100 tanıdığını zanneden en çok yanılandır, zira o tanıma sürecinin hiç bitmediği tek insan kendimiziz. Yine bunu bilir bunu söylerim ben.



14 Mart 2012 Çarşamba

"Gün doğmadan neler doğar"


"It's always darkest before the dawn" diyor ya şarkıda ... Bizde de "Gün doğmadan neler doğar" ya da  "Yarın ola hayır ola" gibi ifadeler vardır.


İyiyim şimdi. Galiba zaman zaman herşey kötü gitmeden iyi haberler gelmiyor. Aslında tamamen düşünsel. Nasıl hissedersek öyle yaşıyoruz gibi geliyor. Bir kitapta "Olaylar bizim onlara verdiğimiz duygusal tepkiler kadardıraslında." derdi. Kimbilir ne zaman okudum, hangi kitap? Ama aklıma kazınmış bu cümle. Nasıl yorumlarsak, nasıl hissedersek ortada var olan odur. Berbat bir şeyi çok da kötü değil gibi algılamak bizim elimizde galiba bu bakış açısına göre.


Dün kötüydüm, bugün kötüden halliceyim. Biraz kendime geldim, kafamdaki düşünceler biraz yerine oturdu. Ne yapacağıma karar verdim bazı konularda. Ve beni öldüren kararsızlık hali çekiliyor gibi üstümden. En azından seçeneklerimi görebiliyorum şu an için. Bir süre alkolden uzak durmayı planlıyorum. Ve beni üzen, huzursuz eden insanlardan. Çekip giden dostları düşünmekten vazgeçtim. Herkes ne yapmak isterse öyle yapacak ve ben de. Üstelik başkalarının kararlarının benim hissiyatımı etkilemesine izin vermeyeceğim. Bunu yapabilmek için biraz daha umursamaz bir insan olmam gerekecek muhtemelen. Tam anlamıyla başarabilir miyim bilmiyorum ama denerim.



Ve yeter ya!!!
İstediğim tek şey huzur yine. Uzun zamandır hissedemediğim şeyi hissettim az evvel. Yazıya başlamış devam edememiştim. Arada olan olaylar o gücü tekrar bulmamı sağladı. Tek istediğim şey huzur ve bunun önüne çıkacak her türlü engeli ezip geçerim. Kimseye ihtiyacım yok.
Hayatımda olanlar ben varlıklarından mutlu olduğum için oradalar. Karşılıklı taraflardan biri mutsuzsa iki taraf da çıkıp gitmek de özgürdür. Ve bu her türlü ilişki için geçerlidir. 
Böyle olması gerekiyorsa böyle.
Sıkıldım.
Düşünmekten, suçlanmaktan, hesap vermekten, anlatmaya çalışmaktan, anlamaya çalışmaktan ....
Yetti be! dediğim ana geldik işte.
Oluyor bu böyle geçiyor sonra.
Umarım uzun sürer.
Yazma isteğim de kaçtı şimdi.
Gidip dizi izleyeceğim.
Yarın önemli benim için.
Dün mü? Salla gitsin!


Evet herşey güzel olacak, olmadı ben güzel yapacağım yarınımı.


Ok Bye!



etiketsiz

Bugüne kadar yazdığım en dürüst yazılardan olabilir bu.
Çünkü tamamen bana dair ve acımasız olacak.

Ne yapıyorum ben ya? Kalan şarabın yarısını oluşturan bir kadehle oturmuş sex and the city izlemeye çalışırken kafamdaki düşüncelerden arınamadım.
Yazmam gerekiyordu.
Pek çok yazıya yaptığım gibi gerekirse silerim dedim.

24 yaşımın sonlarındayım.
Hayatımı tam anlamıyla bok götürüyor.
Okul bitti öğrenci değilim.
İşi bıraktım, amaçlı değilim.
Ailevi konulara vesaire hiç girmek istemiyorum ama ortalamanın çok üstündedir sorunlarım eminim.
Ne umduğunu bilmediğim ne olduğu kim olduğu belirsiz piyangodan çıkmış ve görüşme bekleyen bir insan var
Pek çok saçma sapan tanışmadığım tanışma çabasındaki insan da var.
Ne kadar umrumda? Sıfır!
Kırgın olduğum biri var ve kırgın olmaya hakkım bile yok ona. canım kanım bir insan.
Eski bir dostum anlamsızca bana açıklama yapmadan kaçan. Benden bu kadar dedim ona. Peki benden bu kadar dedikten sonra kenara atabildim mi konuyu? HAYIR.
Hala durup neden böyle davrandığını düşünüyorum.
Uzun süredir görüşemediğim görüşmeyi çok istediğim kanım insanlar var. Özlüyorum ama bir şeyler yanlarına gitmekten alıkoyuyor beni. Nedenini ben bile bilmiyorum.
Çok iyi anlaştığım ama sık sık kavga ettiğim sevgilim olmayan, hatta hayatımda neyim olduğunu tanımlayamadığımız bir eski sevgilim var. Ona dair bildiğim tek şey değer verdiğim. Karşılıklı olarak kim ne zaman diğerinin hayatından çıkacak diye bekliyoruz.

Her şeyin darmadağınık olduğu bir oda gibi bu günlerde hayatım. Pek çok şey aksini söylese de hayatımda ilk defa özgüvenimi bu kadar düşmüş hissediyorum.
Kendi kendime kurduğum cümleler bir başkasına kavgada söylenmeyecek kadar ağır.
Ama sonra kendimi mutlu olduğuma herşeyin yolunda olduğuna ikna da ediyorum.

Bu yol nereye gidiyor bilmiyorum diyeceğim ama şu an kendimi herhangi bir yolda hissetmiyorum.
Üstelik bu süreç uzadıkça kafam daha da bozuluyor, karışıyor, yollar daha da yok oluyor.

Unutmak bir sanattır. Eskiden bu konuda çok başarılıydım ve şimdilerde olmuyor.
Ağlayamıyorum bile, ağlıyorum da öyle derin ve herşeyi silip atarcasına olmuyor.

Ne zaman geçecek bu karmaşa? Bundan sonra hayat hep böyle mi olacak?
İstediğim hiçbir şey için kılımı kıpırdatmayışım nereden çıktı?

Ve bu ben, hep böyle miydi?
Hiç sanmıyorum çünkü ben kendimi severdim, hep böyle olmuş olamam.
Pişmanlıklara takılı kalırken, pişmanlık sayım da artıyor.

Yarın ansızın ölsem, her nerede olacaksam dönüp buraya baktığımda mutlu olmazdım şu boşa geçirdiğim zamandan.

Listenin en başından başlasam devamı gelir de niye gücüm yok gibi geliyor.
Sorular sorular vs.
Sıkıntı hali işte.

Lütfen biri çıkıp bana somut delillerle "geçecek Hilal" diyerek sarılsın.
Vazgeçmekten korktum bu gece.
Tamamen vazgeçmekten.

Hep haksız olamazsınız

İkili ilişkilerde hep haksız olmak mümkün mü?
Hiç sanmıyorum. İşte tam da bu yüzden şöyle bir karara vardım. Bir insanla olan diyaloglarınızda hep siz haksızsanız, bir şeyden rahatsız olur olmaz yine de suçlanan siz oluyor ve haksız hissettiriliyorsanız; "merhaba dünyalı karşında hep haklı olduğuna inanan bir insan var."

Kimse hatasız değildir, herkes özür dileyecek bir şeyler yapar bu hayatta. Hayatınızda özür dilediğiniz pek görülmemişse siz de o "hep haklıyım ben" tipindeki insanlardansınız. Ve bilin diye söylüyorum inanmayacaksınız belki ama " SİZ HEP HAKLI DEĞİLSİNİZ, BÜYÜK İHTİMALLE DE SIK SIK İNSANLARA HAKSIZLIK YAPIYORSUNUZ". 

Empati yetisi bu noktada önemli tabi. Bir düşünün o insan size niye kızdı, yaptığınız şeyi elbette ki kötü niyetle yapmış olmayabilirsiniz ama sonuçta o insanı kırdınız, üzdünüz, rahatsız ettiniz vs. Ters bir etkiniz oldu yani. İşi alttan alıp, ben aslında ters bir niyetle böyle bir şey yapmadım derseniz ezik bir insan olmazsınız korkmayın. Haksız olduğunuzu içgüdüsel olarak da sezersiniz zaten. Böyle durumlarda karşı saldırıya geçmeyin. Bir durun ve düşünün. Kibarca özrünüzü dileyin kapansın konu.

Bu kadar basit yahu!

10 Mart 2012 Cumartesi

karmaşanın ortasından

   Bazen, tamam belki de daha sık zaman zaman diyelim hayatımızın çıkmaz sokak haline geldiği oluyor.
Öyle hissediyoruz. Sıkılıyoruz. Peki bu gerçekten öyle olduğu anlamına mı geliyor? Her çıkmaz sokak hissi, gerçekten çıkmazdayken mi gelir?

Alınganlığım hat safhada. Gerçekten aşırı alınganım bu ara. İşin tuhaf yanı alınganlık yaptığımı biliyorum, normalde vermeyeceğim tepkiler verdiğimi görüyorum. Fakat iş hissiyatımı ve tepkilerimi kontrol etmeye gelince; yapamıyorum. Bu da böyle bir çıkmaz sokak hissi yaşatıyor bana.

İnsanlık hali diyerek geçebileceğim hatalara tepki falan verdim. Misal en yakın arkadaşlarım aynı gün bir araya gelmiş ve bana haber vermediler diye olan tepkimi koydum. Haksız mıyım hayır değilim. Yani ayrıntılarla birlikte tamamen haklı çıkıyorum ki bu konuda tarafsız bakmayı becerebilen bir insanım. Haksız olduğumda haksızım da derim. Sonuçta onlar da geçerli sebeplerini söylediler falan, geçti şimdi üzgünlüğüm. İyiyim falan.
Ama farkına vara vara tepkilerimi kontrol edememek sıkıntı yarattı bende.

Aslında konu bu değildi onu da biliyorum. Böyle bir ağlamaklı bir hal vesaire. Niye böyle oldu onu sorguluyorum.
Aynı konuda hem çok olumlu hem de olumsuz hislerim olabiliyor. Yaşadığım bir şeye ne heyecanlıydı, ne çok eğlendim de diyebiliyorum, ne gerek vardı şimdi saçmaladım resmen de. Halbuki aynı şeyden söz ediyorum.

Korkmayın ben kimim, sen kimsin muhabbeti olmayacak sonunda. Kendi içimde felsefenin, sorgulamaların bokunu çıkarsam da bunları yazıya dökecek kadar beyin patlatmaya halim yok şu ara.

Hem mutluyum hem de mutsuz.
Hem yolunda gibi hayatım, hem de herşey raydan çıkmış gibi.
Çok düşünüyorum ve bunu sevmiyorum.
Şimdi iyi şeyler olmak zorunda.
Belki de kendime zaman ayırma işini abarttım biraz. O kadar çok kendimle kaldım ki kendimden sıkılmış da olabilirim.
Yeni bir şeyler öğrensem, yeni insanlar tanısam, yeni yerler keşfetsem.

Olacak, herşey yoluna girecek.

4 Mart 2012 Pazar

..yalanlar söylemlerde, gerçekler eylemlerde

Nasıl da salaklaşıveriyoruz hemen. Ne tür sevgi budalalarıyız bilinmez.
Ne zaman bir tatlı söz duysak, biraz okşansa ruhumuz yelkenleri suya indiriyoruz.
Temelde bu yatıyor, yani dışarıdan bakınca salak zannedilmemizin temelinde.
Biraz da iyi tarafta olmanın getirileri bunlar tabii ki.

Oysa zamanla öğreniyor insan; sözler, vaatler, anlık iletişimler... Geçici bunlar.
Ortada ne var, ne yapılmış ona bakacaksın.
Çünkü yalanlar söylemlerde, gerçekler eylemlerde yaşıyor.
Söylenenler doğru olsaydı bir kaç kere katildim ben.
Gerçeklere baktığımda ise... Boşver iyi olanları anlatmaya gerek yok.

Aylar geçmiş. Çok zaman, uzun zaman.
Ortada bir yol ve bir ucunda bir nokta diğer ucunda bir başka nokta.
Yan yana iki nokta olamamış.
Uzun zaman.
Setler konulmuş, hangi nokta koymuş acaba onları?
Ne önemi var.
Bunca zaman o iki nokta yan  yana durmadıysa, bundan sonra da durmayacaktır.
Keza ondan cümlenin sonuna koyduğum da tek nokta olacaktır.

Anlamadın. Önemli değil yine ben anladım.