6 Aralık 2014 Cumartesi

EY ÖZGÜRLÜK


Şimdi ben bir bira açtım ya perdeleri kapandı sahnenin. Şimdi ben kuliste kendimleyim. Ve şimdi ne para önemli benim için, ne başımı soktuğum bu duvarlar ne de örseleyen saçma sapan yargılar...

Ben şimdi bir bira açtım ya huzur geleceğine melankoli çöktü üzerime.
Sistemle derdim var.
Dünya düzeniyle derdim var.
Reddetmek istediğim kurallarınız, düzeniniz, çizelgeleriniz var.
Saat sisteminizi bile sevmiyorum.
Uymak zorunda olduğum kalıpların hepsi boğuyor beni.
Komik olan ise; ufak tefek kendimce küçük yaramazlıklar dışında koyduğunuz tüm kurallara uyuyorum. Ama sıkıldım, epey sıkıldım. Mantığınızı ve sisteminizi siksinler e mi?
Ah bak seksist diyecekler şimdi de. Aslında herhangi bir seksistlik yok küfürümde ama sizin o ataerkil sığ beyinlerinize bunu idrak ettiremeyeceğim. Ve hayır feminist de değilim.

Merhaba Dünya,
ben sistemdeki çarklardan sadece biri.
Düşünen ama bir bok yapamayan çark.

Ben uydum kurallara. Yıllardır koyduğunuz 24 saatlik gün saçmalığında adım adım izledim insanlık paterninizi. Öyle ya sağa sola musallat olurdum, it olurdum kopuk olurdum belki.
Anaokulu, ilkokul, lise, (boş kalıp devletimize zeval olamayalım diye) üniversite. Sonra işte her çark gibi kendimi çalışır buldum. Ah hayır kesinlikle plaza insanı da değilmişim içimde yokmuş. Siz "oha sevgilin yok mu? Evlen artık" gibi nidalara falan başladınız sonra. Benim içimdeki 27 yaşındaki zıpır ise al bu plaza, koca dediğin de götüne girsin diyerek yalın ayak Küba'ya kaçmak istiyor. Arjantin'e gitmek istiyor. Sonra Mısır'a gitmek istiyor. Ardından yağmur ormanlarında adrenalini damardan almak istiyor. Ve ver elini Meksika. Rusya'da donmak, Fransa'da lisanın müziğini dinlemek, Çin'de girilmeyen beyaz piramitlere haydutçasına süzülmek istiyor. Benim canım her yeri görmek, gezmek, özümsemek ve yaşamak istiyor.
İleride ne olacağım korkusuyla bizi hapsettiğiniz, kendimizi mecbur hissettiğimiz bu kariyer aldatmacasını da alın bir tarafınıza sokun demek istiyor. Yapamıyorum. Oldukça patavatsız olmama rağmen yapamıyorum. Nitekim o özelliğimi de törpülediniz. Tebrikler. Artık kimsenin yüzüne bakarak küfür etmiyorum, sen ne kötüsün demiyorum. Ama intikam olarak artık iyi cümleler de kurmuyorum. Sen ne güzelsin de demiyorum. Antidepresan gibi bir sistem...
Kümülatif olarak büyüyen küresel mutsuzluk ve mutluluğu ortalamanın yolunu bulmuşsunuz. Gerçekten harikulade.

Ben kimsenin beğenmediği resimler yapmak istiyorum, pek çoklarına berbat gelecek sesimle o anda uydurduğum şarkılar söylemek. Ben okunmasa da var olacak kitaplar yazmak istiyorum.
Bazen günlerce susmak bazen de alabildiğine konuşmak istiyorum.
Bilmediğim yerlerde kaybolmak, bildiğim yerleri yeniden yaratmak... Dans etmek, sabahlara kadar dans etmek istiyorum.
Ama enerjimi aldınız, alıyorsunuz.
Tebrikler.
Tükettiklerimi anlamsız buluyorum.
Tüketmeyi anlamsız buluyorum.
Ama büyülenmiş gibi kendimi yeni kıyafetler denerken buluyorum.
Öyle ya güzellik önce yüz ve vücut güzelliğimizle ilgili sonra da üzerimizdekilerle.
Aslında güzellik ne kadar beğenildiğimizle doğru orantılı.
Ne komik bir sirktir Allah'ım.
Ve kendi kendime bile nasıl güzel çelişiyorum.
50-55 yaşıma geldiğimde kimseye muhtaç olmayayım diye ömrümü sana satıyorum sistem.
En güzel en enerji dolu yıllarımda uyumak istediğim saatlerde hiç istemediğim bir yere ve bazen hiç içimden gelmeyen gülümsemeyle dönüşüme katkıda bulunuyorum.
Sonra yine hiç istemediğim saatlerde eve dönüp, saçma sapan bir erkenlikte uyuyorum.
Çünkü sistem beklemez.
Çünkü o çark dönmek zorunda.
İnsanları mutsuzluğa o kadar boğmuşlar ki aralarda verilen mutlulukları büyük ödüller gibi kabullenmeye başlamışız.
Oysa ne kadar basitti hayat.
İstediğin zaman istediğin gibi davranabilmek.
Şimdi birbirine çok benzeyen maskelerle, aynı maskeleri takan insanların balosunda vals yapmakla geçiyor ömürler.

Özgürlüğümüzü satın alabilmek için ederinden daha azına hangi noktada satmıştık özgürlüğümüzü?
Kendi kendimize taktığımız kelepçelerin anahtarlarını kendi cebimizde mi taşıyoruz?

Her gün riyakarlıkları komik sıradan sistem insanları görüyorum sabah aynaya baktığımda kendimle başlayarak.
Ruhumu sığacağından çok daha dar bir alana tıkıştırmış olmalıyım ki bol bol hissediyorum tutsaklığımı.
Amaçsızca geziniyorum sağda solda eğer sistemin benden bir beklentisi kalmamışsa o sırada.
Nereye kadar bilemiyorum.
Bir zamanlar nasyonalist olan kimliğim şimdilerde devleti, milleti, her türlü illeti reddetmekte ve içimde anarşi hızla büyümekte.
(Üzülme şemsettin sandığın gibi devletini milletini bölmeye yeltenmiyorum benim zorum dünya ve insan düzeniyle.)

"Ayda yılda bir kaçamak"lar yetmiyor bana.
Adım adım büyük buhranıma yaklaşıyorum.
Ben değilsem de sanki ruhum yavaş ve kati bir intihar yolu seçmiş gibi.
Sanki ruhumu sisteme teslim ediyorum.
Çırpınışlar bitmedi, bitmeyecek derken mantığımın sesi yükseliyor:
"Öldür artık don kişot'u! sistem asla çökmeyecek!"

Ve gri binalar arasından süzülürken siluetim bedenim aynı kapılardan geçip, kirli ruhları örtmekte beceriksiz parfüm kokan cesetlerle birlikte asansöre yöneliyor. Çıktığım katta ekranımı açıp günlük rutinime dönüyorum.
Gözlerimde dün varolan ışığın söndüğünü, bir kerede bende yiten onca şey olduğunu kimse farketmeden sessizce çarkı çevirenlere katılıyorum.

Ay sonu gelecek.
Öyle ya...
Doğumlar, ölümler...
Gerizekalılığından nefret ediyorum insanoğlu.
Neyi paylaşamadınız?
Herşeyi eşit paylaşsaydık, kuralsızlığın, özgürlüğün, düzensizliğin refahını sürseydik ya.

Ben tüketemeden kelimeleri siz anlatma, konuşma şevkimi yitirttiniz.
Ah sinapslarda kopmadı işte o iletişim.
Bitmiyor ve düşünceler gitmiyor.

Ok kib bye






1 yorum:

  1. ...Çırpınışlar bitmedi, bitmeyecek derken mantığımın sesi yükseliyor:
    "Öldür artık don kişot'u! sistem asla çökmeyecek!"

    //mantığımızda bize karşı ,ruhumuz desen zaten hasta vede gitgide ölmekte //

    YanıtlaSil