17 Aralık 2010 Cuma

Pişmanlıktan gelen yabancı


Gece olmuş olmalı...Kaç saattir burada oturuyorum? 10? belki 15? Perdeleri açarsam, yok kalkmak istemiyorum buradan. Yoksa kıpırdamadan ve konuşmadan devirdim mi bir günü? Neden susan ve kaçan benim? İnsan bu kadar sorgulamamalı kendini. Geçmişe bakıyorum.
Ne kadar uzaaakk...

Ne kadar da yakın.
Öyle anları var ki hayatın silmek imkansız.
Ne en mutlu olunan anlar ne de en acı çektiklerimiz.
Unutulmaması gerekenler unutulmuyor.

Telefonun ışığı yandığında sen olduğunu anlıyorum. Cevap vermek gelmiyor içimden. İçimdeki insanlık o kadar yoğun ki sesindeki pişmanlık ya bana da bulaşırsa diye korkuyorum. Elim telefona uzanıyor, açmakla açmamak arasındayım. Ve cevaplıyorum.
Tek kelimen dağıtıyor ortalığı:
-Gerçekten pişmanım.

Nefret edemediğimi biliyorum, kendimi tanıyacak kadar büyümüş ama yeni şeyler öğrenmeye hevesli olacak kadar çocuk hissediyorum o an. Bir şey diyemiyorum, kitli dudaklarım. Soğuk bir ses tonuyla titreyerek ''Anladım''dan başka kelime çıkmıyor ağzımdan. Kapatıyorum telefonu. Belki de benden nefret etmeli diye düşünüyorum. daha kolay olur belki...

Kimseyi çekip kurtaracak gücüm kalmamış, kimsenin hayatına yön vermek istemiyorum. Kendi hayatımla meşgulüm ben. Hatta artık birileri bana yardım etsin istiyorum. Sorun çözmekten, bunu böyle yaparsan sonunda şöyle olacak üzüleceksin şeklinde cümleler kurmaktan yorgun bu zihin. Susuyorum, yalnız sana değil, onlara değil...İnann!! Kendime bile çokça susuyorum artık. Yorgun hissediyorum.

Derken o uyanıyor...Gülümsüyorum. Şimdi kalkıyor üstümdeki ölü toprağı ve şimdi az önce aramışlığın siliniyor. Pişmansın ya, umrumda değil. Ben pişman değilim. Arsızca gülümsüyor, ben gülümsüyorum. Bırak diyor, bırak Allah aşkına nereye kadar? Çaban niye?
Bana benzemeyen bir ses tonu cevaplıyor yine:
- Biliyor musun, ben zaten pes ettim!
Gülümsüyor tekrar ve ben birazcık korkuyorum:
-Oyun daha yeni başlıyor ...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder